15 Aralık 2013 Pazar

Mutlak ve Nispi Artı Değer

Marx, bu bölüme, üretken emek anlayışını belirterek başlıyor. Kitabın yedinci bölümünde, üretken emek anlayışı, kullanım değeri üretimi açısından tanımlanmıştı. Aynı sayfada, yedinci dipnotta da, emek sürecini dikkate alan bu yöntemin, kapitalist üretim sürecine doğrudan doğruya uygulanamayacağı uyarısında bulunulmuştu. Şimdi Marx, konuyu daha geniş açıdan irdeliyor.

Emek süreci bireysel olduğu sürece bir kişi, ürettiği nesnenin tüm süreçlerini kendisinde birleştirir. İnsan bedeninde kafa ve elin birbirine bağlı oluşu gibi, emek sürecinde de kafa ve kol emeği birleşmiştir.  Ayrıca kendi emek sürecinde kişi, kendi kendisinin denetçisidir. Bu durumda, emek süreci, bireyin kendi denetimi altında, kafa kol emeği birliği içerisinde sürer ve sürecin sonunda bir kullanım değeri ortaya çıkar. İşte üretim sürecine, bu sonucu açısından bakıldığında sürece katılan bu bireysel emek; üretken emektir.

Ne var ki, sonraları zamanla, emek süreci başkalarının denetimi altına girmiştir. Kafa ile kol emeği de birbirinden ayrılmış, adeta birbirinin düşmanı olmuşlardır. Aynı süreçte ürün, bireyin doğrudan ürünü olmaktan çıkmıştır. Kişi, kolektif işçinin bir parçası olarak; ürünün az ya da çok bir parçasını üreten kişi durumuna gelmiştir. Çünkü artık, ürün, kolektif işçi tarafından üretilmekte, üretim kolektif işçi tarafından yapılmaktadır. Emek sürecinin bu ortaklaşa niteliği belirleyici hale geldikçe, üretken emekçi kavramı da genişlik kazanmıştır. “Üretken biçimde çalışmak için artık el ile çalışmanız da gerekmez, kolektif emekçinin bir parçası olmanız, onun yerine getireceği alt işlevlerden bir tanesini yapmanız yeterlidir.”K-1-520 Bu durumda ilk tanım, geçerliliğini korumakla birlikte, işçiler, teker teker ele alındığında birinci tanım geçerliğini yitirir. Çünkü tekil işçi, ürünün sadece bir kısmında faaliyet göstermektedir ve ürün tamamlanmış değildir. Ürün tamamlandığında, kullanım değeri açığa çıktığında ise artık o, bireysel işçinin değil, kolektif işçinin emeğinin ürünüdür.

İlk tanıma göre, genişleme olan yeni üretken emek tanımı, aynı zamanda bir daralmayı ifade eder. Çünkü kapitalist üretim, yalnızca kullanım değeri, ya da, meta üretimi değildir. Kapitalist üretim aynı zamanda artı değer üretimidir. Dolayısıyla, üretken emek tanımında, artı değer üretimi de belirleyici olmalıdır. Öyleyse, “bir tek kapitalist için artı değer üreten, böylece sermayenin kendisini genişletmek için çalışan emekçi üretkendir.”K-1-520 Bu tanımlamaya göre, ürün maddi olsun ya da olmasın, sermaye için artı değer üreten emek üretken emektir. “Demek oluyor ki, üretken emekçi kavramı, yalnızca iş ile yararlı etki arasındaki, emekçi ile emek ürünü arasındaki bir ilişkiyi anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda, aynı zamanda, tarihsel gelişmeden doğan ve işçiye doğrudan doğruya artı değer yaratma aracı damgasını vuran, özgül bir toplumsal üretim ilişkisini de anlatıyor.” K-1-520 Burada emek üretkenliğine tarihsel bir bakış var.

Marx, mutlak ve nispi artı değer kavramlarına değiniyor. “İşgününün, emekçinin kendi emek gücünün değerine eşit bir değeri ürettiği noktanın ötesine uzatılması ve bu artı emeğe sermaye tarafından el konulması, işte bu mutlak artı değer üretimidir.”K-1-521 Mutlak Artı değer üretimi, iş gününün, işçinin kendi emek gücü değerini üretmesinin ötesinde uzatılmasıdır. Dolayısıyla bu, kapitalist üretimin dayanağını oluşturur. Zira işçinin, emek gücü değerini temsil eden zamanın ötesinde çalışmaması demek, kapitalist işleyişin olmaması demektir. Ayrıca mutlak artı değer üretimi, nispi artı değer üretiminin çıkış noktasını oluşturur. Her şeyden önce, nispi artı değerden söz edebilmek için, işgünü, gerekli emek ve artı emek olarak bölünmüş olmalıdır. Bu bölünme ortaya çıktıktan sonra, artık nispi artı değer ortaya koyulabilir. Nispi artı değer, artı emek zamanını uzatmak için, gerekli emek zamanının kısaltılmasıdır. Yani işgünü aynı kalırken, artı emek zamanını uzatmak istiyoruz. Bu halde gerekli emek zamanı kısaltılırsa, artı emek zamanı uzatılmış olur. Gerekli emek zamanını kısaltarak, artı emek zamanını uzatmaya nispi artı değer diyoruz. Örneklendirelim: Diyelim iş günü; 5 saat gerekli emek, 5 saatte artı emek olmak üzere 10 saat olsun. İş günü 10 saat iken, gerekli emek 4 saate düşürülsün, bu durumda artı emek 6 saate çıkmış olacaktır. Tabi bu gerekli emek zamanını kısaltma, ücretin eş değerini daha kısa zamanda üretmeyi sağlayacak gelişme ile olacaktır. Bu gelişmede emek üretkenliğinin artışı ile olacaktır.

Marx, “mutlak artı değer üretimi, tamamen işgününün uzunluğuna bağlıdır; oysa nispi artı değer üretimi, işin teknik sürecini ve toplumun bileşimini kökünden değiştirir.”K-1-521 diyerek, ikisi arasında temelden farkı belirtiyor. Nispi artı değer üretimi, emek üretkenliğini gerekli gördüğü için, teknik gelişme önemlidir. Buna bağlı olarak ta toplumsal ilişki değişir. Nispi artı değer üretimi, kapitalist üretim tarzını öngörür. Kapitalist üretim tarzında, emeğin biçimsel bağımlılığı, gerçek bağımlılığa varmıştır.

Mutlak ve nispi artı değer ayrımına karşın, bunlar kendi aralarında bir birliği de temsil ederler. Nispi artı değer üretme yöntemleri, aynı zamanda mutlak artı değer üretme yöntemleridir. Mutlak artı değerin olabilmesi için işçinin kapitalist denetime girmiş olması gerekir. Ayrıca işgünü, gerekli emek zamanının ötesine uzatılmış olması gerekir. Başka bir deyişle, işgünü gerekli emek ve artı emek olarak bölünmüş olması gerekir. Bunun olabilmesi içinse, emek üretkenliği artmış olmalıdır. Yani işçi, kendi gereksinmesinin ötesinde üretiyor hale gelmiş olmalıdır. Bu durumda, hem mutlak artı değer hem de nispi artı değer, emek üretkenliğinin artmış olmasını gerekli görür. İşgününün gerekli emek ötesine uzatılıyor olması anlamında mutlak, emek üretkenliğinin artırılıyor olması anlamında nispidir. Burada mutlak ve nispi ayrımı hayali görünür. Zira, “nispi artı değer işgününü, emekçinin kendisinin var olması için gerekli emek zamanının ötesinde mutlak uzatılmasına zorladığı için mutlaktır. Mutlak artı değer ise, emek üretkenliğinde gerekli emek zamanını, işgününün ancak bir kısmını oluşturacak biçimde bir gelişme olmasını şart koştuğu için nispidir.”K-1-522 Artı değerin hareket şekli göz önüne alındığında, özdeşlik görüngüsü yok olur. Kapitalizm genelleşip, artı değer oranında yükselme(sömürü oranında yükselme) söz konusu olunca, farklılık kendisini belli eder. Ya işgünü, fiilen uzatılır ya da, emek üretkenliği artırılır. İşgünü uzatılması yoluyla mutlak artı değere ulaşma,  manifaktürde öncül olan bir yöntemdir. Büyük sanayi ile birlikte, emek üretkenliği ile nispi artı değere ulaşma öncül bir yöntem olarak görünür.

Eğer işçi, tüm zamanını kendisinin ya da soyunun üretimi için harcamış olsaydı, “ne artı emek olur ve bu nedenle de nede kapitalistler, köle sahipleri, feodal beyler, tek sözcükle büyük mülk sahipleri sınıfı” K-1-523 Eğer emek, belli üretkenlik seviyesine ulaşmamış olsaydı olacak olan buydu.  Çünkü o zaman işçinin, başkası için bedavadan üretecek zamanı olmazdı.

İnsanların kendilerini, hayvan düzeyi üzerine çıkarmasından, böylece emeklerinin bir ölçüde toplumsallaşmasından sonra, birinin emeğinin diğerinin varlık nedeni olduğu durumlar ortaya çıkmıştır. Bu durumların ortaya çıkabilmesi için, emek üretkenliğinin artması gerekmiştir. Emek üretkenliği içinse, uygun doğal olanaklar gerekli olmuştur.  Ama “ Sermayenin temeli ve çıkış noktası hizmeti gören emeğin üretkenliği, doğanın değil, binlerce yılı kucaklayan tarihin armağanıdır.”K-1-523 Dolayısıyla üretkenliği, toprağın verimliliği gibi doğal olanaklara bağlamak doğru bir yaklaşım değildir. Onlar, bir olanaktırlar, ikincil bir etkenlerdirler. Dolayısıyla “uygun doğal koşullar, bize yalnızca bir olanak sağlar: Yoksa, ne artı emeği, ne de dolayısıyla artı değeri ve ürünü hazır durumda bize veremez.”K-1-526 Yani bir üretkenlik, kendiliğinden sömürü ilişkisini ortaya çıkarmaz. Onlar sadece, gerekli emeğin ötesinde üretmeye yardımcı olarak, sömürü ilişkisine olanak yaratır. Oysa hiçte fazlalığın üretilmesi,  sömürü ilişkisini gerektirmez.

Marx bu bölümü, artık değerin kaynağına ilişkin Ricardo ve Mill eleştirisiyle bitiriyor. Zira onlar, kullanım değeri ile artı değeri karıştırırlar. Örneğin Ricardo, artı değer kaynağıyla ilgilenmez. Artı değer ona, toplumsal üretimin doğal şekli olan kapitalist üretim tarzının özünde bulunan bir şey olarak görür. Emek üretkenliğini ele aldığında, artı değerin nedeni değil, değerin büyüklüğünü belirleyen nedeni araştırır. Ayrıca Ricardocu okul, emek üretkenliğini; karı, yani artı değeri doğuran bir neden olarak açıklar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder