Marx, bu
bölüme, üretken emek anlayışını belirterek başlıyor. Kitabın yedinci bölümünde,
üretken emek anlayışı, kullanım değeri üretimi açısından tanımlanmıştı. Aynı
sayfada, yedinci dipnotta da, emek sürecini dikkate alan bu yöntemin,
kapitalist üretim sürecine doğrudan doğruya uygulanamayacağı uyarısında
bulunulmuştu. Şimdi Marx, konuyu daha geniş açıdan irdeliyor.
Emek süreci
bireysel olduğu sürece bir kişi, ürettiği nesnenin tüm süreçlerini kendisinde
birleştirir. İnsan bedeninde kafa ve elin birbirine bağlı oluşu gibi, emek sürecinde de kafa ve kol emeği birleşmiştir. Ayrıca kendi emek sürecinde kişi, kendi kendisinin
denetçisidir. Bu durumda, emek süreci, bireyin kendi denetimi altında, kafa kol
emeği birliği içerisinde sürer ve sürecin sonunda bir kullanım değeri ortaya
çıkar. İşte üretim sürecine, bu sonucu açısından bakıldığında sürece katılan bu
bireysel emek; üretken emektir.
Ne var ki,
sonraları zamanla, emek süreci başkalarının denetimi altına girmiştir. Kafa ile
kol emeği de birbirinden ayrılmış, adeta birbirinin düşmanı olmuşlardır. Aynı süreçte
ürün, bireyin doğrudan ürünü olmaktan çıkmıştır. Kişi, kolektif işçinin bir parçası olarak; ürünün az ya da
çok bir parçasını üreten kişi durumuna gelmiştir. Çünkü artık, ürün, kolektif
işçi tarafından üretilmekte, üretim kolektif işçi tarafından yapılmaktadır. Emek
sürecinin bu ortaklaşa niteliği belirleyici hale geldikçe, üretken emekçi kavramı da genişlik kazanmıştır. “Üretken biçimde çalışmak için artık el ile
çalışmanız da gerekmez, kolektif emekçinin bir parçası olmanız, onun yerine
getireceği alt işlevlerden bir tanesini yapmanız yeterlidir.”K-1-520 Bu durumda
ilk tanım, geçerliliğini korumakla birlikte, işçiler, teker teker ele
alındığında birinci tanım geçerliğini yitirir. Çünkü tekil işçi, ürünün sadece
bir kısmında faaliyet göstermektedir ve ürün tamamlanmış değildir. Ürün
tamamlandığında, kullanım değeri açığa çıktığında ise artık o, bireysel işçinin
değil, kolektif işçinin emeğinin ürünüdür.
İlk tanıma
göre, genişleme olan yeni üretken emek tanımı, aynı zamanda bir daralmayı ifade
eder. Çünkü kapitalist üretim, yalnızca kullanım değeri, ya da, meta üretimi
değildir. Kapitalist üretim aynı zamanda artı değer üretimidir. Dolayısıyla,
üretken emek tanımında, artı değer üretimi de belirleyici olmalıdır. Öyleyse,
“bir tek kapitalist için artı değer üreten, böylece sermayenin kendisini
genişletmek için çalışan emekçi üretkendir.”K-1-520 Bu tanımlamaya göre, ürün
maddi olsun ya da olmasın, sermaye için artı değer üreten emek üretken emektir.
“Demek oluyor ki, üretken emekçi kavramı, yalnızca iş ile yararlı etki
arasındaki, emekçi ile emek ürünü arasındaki bir ilişkiyi anlatmakla kalmıyor,
aynı zamanda, aynı zamanda, tarihsel gelişmeden doğan ve işçiye doğrudan
doğruya artı değer yaratma aracı damgasını vuran, özgül bir toplumsal üretim
ilişkisini de anlatıyor.” K-1-520 Burada emek üretkenliğine tarihsel bir bakış
var.
Marx,
mutlak ve nispi artı değer kavramlarına değiniyor. “İşgününün, emekçinin kendi
emek gücünün değerine eşit bir değeri ürettiği noktanın ötesine uzatılması ve
bu artı emeğe sermaye tarafından el konulması, işte bu mutlak artı değer üretimidir.”K-1-521
Mutlak Artı değer üretimi, iş gününün, işçinin kendi emek gücü değerini
üretmesinin ötesinde uzatılmasıdır. Dolayısıyla bu, kapitalist üretimin
dayanağını oluşturur. Zira işçinin, emek gücü değerini temsil eden zamanın
ötesinde çalışmaması demek, kapitalist işleyişin olmaması demektir. Ayrıca
mutlak artı değer üretimi, nispi artı değer üretiminin çıkış noktasını
oluşturur. Her şeyden önce, nispi artı değerden söz edebilmek için, işgünü,
gerekli emek ve artı emek olarak bölünmüş olmalıdır. Bu bölünme ortaya
çıktıktan sonra, artık nispi artı değer ortaya koyulabilir. Nispi artı değer,
artı emek zamanını uzatmak için, gerekli emek zamanının kısaltılmasıdır. Yani
işgünü aynı kalırken, artı emek zamanını uzatmak istiyoruz. Bu halde gerekli
emek zamanı kısaltılırsa, artı emek zamanı uzatılmış olur. Gerekli emek
zamanını kısaltarak, artı emek zamanını uzatmaya nispi artı değer diyoruz.
Örneklendirelim: Diyelim iş günü; 5 saat gerekli emek, 5 saatte artı emek olmak
üzere 10 saat olsun. İş günü 10 saat iken, gerekli emek 4 saate düşürülsün, bu
durumda artı emek 6 saate çıkmış olacaktır. Tabi bu gerekli emek zamanını
kısaltma, ücretin eş değerini daha kısa zamanda üretmeyi sağlayacak gelişme ile
olacaktır. Bu gelişmede emek üretkenliğinin artışı ile olacaktır.
Marx,
“mutlak artı değer üretimi, tamamen işgününün uzunluğuna bağlıdır; oysa nispi
artı değer üretimi, işin teknik sürecini ve toplumun bileşimini kökünden
değiştirir.”K-1-521 diyerek, ikisi arasında temelden farkı belirtiyor. Nispi
artı değer üretimi, emek üretkenliğini gerekli gördüğü için, teknik gelişme
önemlidir. Buna bağlı olarak ta toplumsal ilişki değişir. Nispi artı değer
üretimi, kapitalist üretim tarzını öngörür. Kapitalist üretim tarzında, emeğin
biçimsel bağımlılığı, gerçek bağımlılığa varmıştır.
Mutlak ve
nispi artı değer ayrımına karşın, bunlar kendi aralarında bir birliği de temsil
ederler. Nispi artı değer üretme yöntemleri, aynı zamanda mutlak artı değer
üretme yöntemleridir. Mutlak artı değerin
olabilmesi için işçinin kapitalist denetime girmiş olması gerekir. Ayrıca
işgünü, gerekli emek zamanının ötesine uzatılmış olması gerekir. Başka bir
deyişle, işgünü gerekli emek ve artı emek olarak bölünmüş olması gerekir. Bunun
olabilmesi içinse, emek üretkenliği artmış olmalıdır. Yani işçi, kendi
gereksinmesinin ötesinde üretiyor hale gelmiş olmalıdır. Bu durumda, hem mutlak
artı değer hem de nispi artı değer, emek üretkenliğinin artmış olmasını gerekli
görür. İşgününün gerekli emek ötesine uzatılıyor olması anlamında mutlak, emek
üretkenliğinin artırılıyor olması anlamında nispidir. Burada mutlak ve nispi
ayrımı hayali görünür. Zira, “nispi artı değer işgününü, emekçinin kendisinin
var olması için gerekli emek zamanının ötesinde mutlak uzatılmasına zorladığı
için mutlaktır. Mutlak artı değer ise, emek üretkenliğinde gerekli emek
zamanını, işgününün ancak bir kısmını oluşturacak biçimde bir gelişme olmasını
şart koştuğu için nispidir.”K-1-522 Artı değerin hareket şekli göz önüne
alındığında, özdeşlik görüngüsü yok olur. Kapitalizm genelleşip, artı değer
oranında yükselme(sömürü oranında yükselme) söz konusu olunca, farklılık
kendisini belli eder. Ya işgünü, fiilen uzatılır ya da, emek üretkenliği
artırılır. İşgünü uzatılması yoluyla mutlak artı değere ulaşma, manifaktürde öncül olan bir yöntemdir. Büyük
sanayi ile birlikte, emek üretkenliği ile nispi artı değere ulaşma öncül bir
yöntem olarak görünür.
Eğer işçi,
tüm zamanını kendisinin ya da soyunun üretimi için harcamış olsaydı, “ne artı
emek olur ve bu nedenle de nede kapitalistler, köle sahipleri, feodal beyler,
tek sözcükle büyük mülk sahipleri sınıfı” K-1-523 Eğer emek, belli üretkenlik
seviyesine ulaşmamış olsaydı olacak olan buydu.
Çünkü o zaman işçinin, başkası için bedavadan üretecek zamanı olmazdı.
İnsanların
kendilerini, hayvan düzeyi üzerine çıkarmasından, böylece emeklerinin bir
ölçüde toplumsallaşmasından sonra, birinin emeğinin diğerinin varlık nedeni
olduğu durumlar ortaya çıkmıştır. Bu durumların ortaya çıkabilmesi için, emek
üretkenliğinin artması gerekmiştir. Emek üretkenliği içinse, uygun doğal
olanaklar gerekli olmuştur. Ama “
Sermayenin temeli ve çıkış noktası hizmeti gören emeğin üretkenliği, doğanın
değil, binlerce yılı kucaklayan tarihin armağanıdır.”K-1-523 Dolayısıyla üretkenliği,
toprağın verimliliği gibi doğal olanaklara bağlamak doğru bir yaklaşım
değildir. Onlar, bir olanaktırlar, ikincil bir etkenlerdirler. Dolayısıyla
“uygun doğal koşullar, bize yalnızca bir olanak sağlar: Yoksa, ne artı emeği,
ne de dolayısıyla artı değeri ve ürünü hazır durumda bize veremez.”K-1-526 Yani
bir üretkenlik, kendiliğinden sömürü ilişkisini ortaya çıkarmaz. Onlar sadece,
gerekli emeğin ötesinde üretmeye yardımcı olarak, sömürü ilişkisine olanak
yaratır. Oysa hiçte fazlalığın üretilmesi,
sömürü ilişkisini gerektirmez.
Marx bu bölümü, artık değerin kaynağına ilişkin Ricardo ve Mill eleştirisiyle bitiriyor. Zira onlar, kullanım değeri ile artı
değeri karıştırırlar. Örneğin Ricardo, artı değer kaynağıyla ilgilenmez. Artı
değer ona, toplumsal üretimin doğal şekli olan kapitalist üretim tarzının
özünde bulunan bir şey olarak görür. Emek üretkenliğini ele aldığında, artı
değerin nedeni değil, değerin büyüklüğünü belirleyen nedeni araştırır. Ayrıca
Ricardocu okul, emek üretkenliğini; karı, yani artı değeri doğuran bir neden olarak açıklar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder