Mülkiyet her şeyden önce, insanın doğayla kurduğu üretme ilişkisi üzerinden kavranmalıdır. Doğayla üretme ilişkisine giren ilk insan, doğal olanı kendisinin bir parçası uzantısı olarak kavrar. Çünkü insan doğanın bir parçasıdır ve insanın doğaya olan yaklaşımı kendinden olana yaklaşımı gibidir. Yaşamını sürdürebilmek için gerekli olan geçim nesnelerini doğadan karşılarken; kullandığı alet ve işlediği toprak kendine ait olarak görünür. Kendi dışındaki koşullar kendi vücudunun devamı gibidir. Kendisini kendi dışındaki doğadan ayırt edemez. Kendi dışındakilere kendinden olarak yaklaşır, sahip çıkar. “öyleyse mülkiyet, başlangıçta, insanın kendi üretim koşullarına kendi mülkü olarak kendi varlığının ön koşulları olarak davranmasından, bu koşullara insanın kendisinin doğal koşulları ve kendi bedeninin uzantısı olarak davranmasından başka bir şey değildir.”(1) Toprak bedeninin bir uzantısı, üretim aletleri vücudunun bir parçasıdır. Ve mülkiyet; ilkin insanın kendinden olana sahip çıkmasıdır.
İnsanın kendinden olana sahip
çıkması, topluluk dolayımıyla gerçekleşir. Çünkü her insan ancak, topluluğun bir üyesi olarak var
olabilir. Topluluğun üyesi olarak üretebilir, ihtiyaçlarını topluluğun üyesi
olarak karşılayabilir. Bir grup olarak hareket ettiklerinde hayatta kalabilir,
türlerinin devamını sağlayabilirler. Her insanın varlığı, ortak yaşamalarına,
ortak üretmelerine ve paylaşmalarına bağlıdır. Öyleyse insanın sahipliği ancak,
grup üyeliği üzerinden gerçekleşir ve her bir insan, toprakta dahil üretim araçlarını kendisinin
mülkiyetinde görür. Ama bu kendilik durum, insanın üyesi olduğu grup
dolayımıyladır. Yani üretim araçları, topluluğun mülkiyetinde olduğu
için insanın mülkiyetindedir. Zira koşullar, üretim araçlarının özel
mülkiyetine olanak tanımıyordu.
Emek üretkenliği henüz
yeterince gelişmediği bu dönemde; her topluluk, kendine yeter düzeyde ürün üretebiliyordu.
Kendi ürettikleriyle yaşamlarını sürdürebiliyorlardı. Üretim, doğrudan tüketim için
yapılıyordu. Üretilen ürünün değişimi henüz söz konusu değildi. Üretim
araçlarının gelişmesi ve emek üretkenliğinin artışıyla birlikte topluluk artık
kendi ihtiyacından fazlasını üretir oldu. Üretilen fazla topluluklar
arasında değişilmeye başlandı ve değişim ortaya çıktı. Değişimin ortaya
çıkışıyla birlikte, topluluklar değişim için üretir oldu. Emek üretkenliğinin
artışıyla birlikte değişim için üretim; zamanla, ortaklaşa çalışma zorunluluğunu gereksiz
kıldı. Bireysel üretimin olanakları doğdu. Bu durum, üretim araçlarının ortak
mülkiyetini değiştirerek; özel mülkiyetin yolunu açtı.
Üretim araçlarının özel
mülkiyetinin ortaya çıkmasında değişim için üretimin önemi büyüktür. İlkin meta
değişimi; gruplar, kabileler arasında gerçekleşirdi. Bu değişimi yapanlar;
grubun ileri gelenleri ve kabile şefleriydi. Bunlar giderek, üretilen zenginliği
kendilerinin mülkü kılma olanağı yakaladılar. Değişimi yapanların mülkiyet
hakkı zamanla toplum tarafından kabul edilir hale geldi. Böylece, üretim
araçlarının özel mülkiyeti oluştu. Üretim araçlarının özel mülkiyetiyle,
gruplar içerisinde kendi gereksinmesini üretebilen aileler ortaya çıktı.
Aileler, üretim araçlarının sahibi olarak ürettiklerinin de sahibi oldular. Bu
süreçte, toprağın ortak mülkiyeti bir süre daha kendisini korudu. Zaman özel
mülkiyetin gelişmesi doğrultusunda hızla ilerlerken; çeşitli topluluklar, kabile
ya da köy komünleri (birbirinden biraz farklı yol izlese de) özel mülkiyetle
tanıştı. Bu aynı zamanda, sınıfsız toplumlardan, sınıflı topluma evirilmedir.
Sınıflı toplumla birlikte
üretim araçları özel mülkiyeti görünür olmuştur. Köleci toplumda üretim
araçları, toprak ve doğrudan üretici olan köle, köle sahibine aittir ve
onun mülkiyetindedir. Feodal toplumda, toprak beyleri toprağın sahibidir,
toprağın mülkiyeti toprak sahibi olan beye aittir. Bu toplumlarda kendine yeter küçük üreticiler
de vardır. Küçük üretici köylüler, üretim aracı sahibidirler ve toprak
dolayımıyla beye bağımlıdırlar. Üretim aracı sahibi olarak, üretim araçlarını
kendi emekleriyle harekete geçirir ve kendileri için üretirler. Emekleri henüz üretim
araçlarından ayrılmamıştır. Kentlerde yaşayan zanaatçılar da kendi üretim
aletlerinin sahibidirler. Doğrudan üreticiler dediğimiz bu kesim, henüz üretim
araçlarından ayrılmış değildirler.
Kapitalist
üretim biçiminin
gelişmesiyle birlikte, üretim araçlarından kopmamış olan doğrudan
üreticiler,
baskıya ve zora dayalı olarak üretim araçlarından koparılırlar. Kendi
mülkleri
olan üretim araçlarının ellerinden alınmasıyla mülksüzleştirilirler.
Üretim
araçlarını kaybeden üreticiler, satabilecekleri tek şey olan emek
güçleriyle emek pazarının
yolunu tutarlar. Çünkü üretim araçları ellerinden alınmıştır ve artık,
kendileri için
üretemezler. Emek güçlerinden başka satacak şeyleri olmayan bu kişiler
artık işçidir. Tarih sözünü söylemiştir. Bundan böyle, doğrudan
üreticilerin özel mülkiyetinin yerini; “ücretli-emeğin sömürülmesine
dayanan,
kapitalist özel mülkiyet alır.”(2) Doğrudan üreticilerin bu zora dayalı
mülksüzleştirilmeleri korkunç ıstırabın, acının hikayesidir, ve
“insanlık
tarihine, kandan ve ateşten harflerle yazılmıştır.”(3) Doğrudan
üreticileri
işçi durumuna getiren bu süreç, onların üretim araçlarını da sermaye
haline
getirmiştir. Ayrıca süreç kapitalist sınıfı yani, yeni mülk sahiplerini
de
ortaya çıkarmıştır. Bu mülksüzleşme sürecinin, her ülkenin özgün
koşullarına
göre farklılık gösterdiğini ve sürecin, farklı yer, biçim ve zamanda
gerçekleştiğini de belirtelim.
Kapitalist
üretimin
gelişmesiyle birlikte üretim araçları kapitalistlerin ellerinde
toplanarak
merkezileşir, teknolojik gelişmeyle emek üretkenliğinin artmasıyla
birlikte toplumsallaşması
da artar. Emeğin toplumsallaşması* ve üretim araçlarının
merkezileşmesi, mülkiyetin kapitalist karakteri çelişkiye düşer.
Kapitalist
özel mülkiyet, toplumsal gelişmenin engeli durumuna gelir. Aynı süreç,
bu engeli
aşacak özneyi de yaratır. Bu özne, kapitalist üretim sürecinin eğittiği
işçi
sınıfıdır. Süreç, işçi sınıfının sayısını, örgütlenme bilincini de
geliştirir.
İşsizlikten, yoksulluktan, baskıdan bunalmış olan işçi sınıfının
memnuniyetsizliği
olabildiğince artar. Böylece kapitalist sınıf ile işçi sınıfı arasındaki
uzlaşmazlık giderek daha fazla görünür olur. Örgütlü işçi sınıfının
başkaldırıları
artar, genişler. Emeğin giderek toplumsallaşmasıyla çelişkiye düşen
kapitalizme, sön sözü söyleyecek olan işçi sınıfıdır. Süreci marx şöyle
ifade
eder: “Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en
sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya
ulaşır.
Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır.
Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler.” Bir zamanlar, kendi emeğiyle
geçinenleri mülksüzleştiren kapitalistlerin şimdi kendileri de
mülksüzleştirilirler. "Mülksüzleştirenler, mülksüzleştirilirler."(4) Bu
mülksüzleştirme, kapitalist özel mülkiyetin kaldırılmasıdır. Bu
mülksüzleştirme, üretim araçlarının bir sömürücü sınıftan diğerine
devredilmesi değil; sömürüsüz ve sınıfsız bir topluma devredilmesidir.
Toparlayalım.
Mülkiyet ilkin,
toplumsal mülkiyettir ve emeğin dışındaki üretim nesneleri, üretim
araçları
topluluğa aittir. Her birey topluluğun üyesi olması dolayımıyla toprağın
ve
diğer üretim araçlarının sahibidir. Sınıflı toplumlarla gelen özel
mülkiyet köle
sahibi ve toprak beyine aittir. Ayrıca bunların yanında, doğrudan
üreticinin
emeğine dayalı özel mülkiyet vardır. Bunlar, üretim araçlarının
sahibidir ve
üretici, bir başkasının emeği üzerinden değil, kendi emeği üzerinden
üretir. Kapitalist özel mülkiyet, bu kendi emeğiyle geçinen üreticilerin
mülksüzleştirilmeleri üzerine kurulur. Bundan dolayı, özel mülkiyetin
kapitalist biçimi, doğrudan üreticinin özel
mülkiyetinin mezarı üzerinden boy vermiştir. Ne var ki bu mülkiyet
biçimi de
kendi mezar kazıcısı olan işçi sınıfını ortaya çıkarmıştır. İşçi sınıfı,
mezar
kazıcısı olduğu kapitalist özel mülkiyeti ortadan kaldırarak, tarihin
tozlu raflarındaki yerine koyacaktır. Bu nedenle kapitalist özel
mülkiyet, özel mülkiyetin son görünümüdür.
*Emeğin
toplumsallaşmasında üretilen metada tekil işçinin bireysel emeği görünmez.
Çünkü üretilen ürünün son hali bütün işçilerin yani kollektif işçinin emeğinin
ürünüdür.
Kaynaklar
1- Karl Marx, Grundrisse 1, Sayfa 384, 1. Baskı, Sol Yayınları
2- Karl Marx, Kapital 1, Sayfa 781, 1. Baskı, Sol Yayınları
3- Karl Marx, Kapital 1, Sayfa 731, 1. Baskı, Sol Yayınlar
4- Karl Marx, Kapital 1, Sayfa 782, 1. Baskı, Sol Yayınlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder