Faiz, daha önce de gördüğümüz gibi, faal kapitalistin,
sanayici ya da tüccarın kendi sermayesini değil de, borç aldığı sermayeyi
kullandığında, para sahibine ödediği, kârının bir kısmıdır. Demek ki, borç
alınan sermaye ile edinilen kâr bölüşülmektedir. Eğer kapitalist, kendi
parasını kullansaydı, böyle bir kâr bölüşümü olmazdı. “Gerçekten
de, kârın bir kısmını faize dönüştüren, genellikle faiz kategorisini yaratan
şey, kapitalistlerin kendi aralarında böylece, para-kapitalistler ve sanayi
kapitalistleri diye ikiye ayrılmaları olduğu gibi, faiz oranını yaratan şey de
işte bu iki tür kapitalist arasındaki rekabetten başka bir şey değildir.” K-3-326
Sermaye,
yeniden üretim sürecinde işlev yaptığı sürece, kapitalist, ancak sermayenin
kendisi üzerinde değil, geliri üzerinde tasarrufta bulunabilir. Sermayenin
kendisi, sermaye olarak kaldığı sürece, o yeniden üretim sürecine aittir.
Sahiplik kapitaliste sermayesini, yeniden üretim sürecinin dışında kullanma
olanağı vermez. Dolayısıyla kapitalist, ancak kârı üzerinde tasarrufta
bulunabilir. Para kapitalist için de durum aynıdır. Para, borç verildiği, yani
sermaye olarak kullanıldığı ölçüde kârın bir kısmı olan faizi getirebilir.
Parayı kendi elinde tuttuğu sürece, ne faiz getirir ne de parası sermaye olarak
işlev görür. Para sermaye olarak işlev görüp faiz getirdiğinde ise kendi elinde
olmaz. Kendi sermayesiyle iş yapanla borç sermayesiyle iş yapan arasındaki tek
fark, borç alanın faiz ödemesidir. Borç alan ne kadar sıfıra yakın faiz öderse,
o kadar kendi sermayesini kullanan kapitaliste yaklaşmış olur. Diğer fark ise,
birinin sermayenin sahibi olması, diğerinin sahip olmamasıdır.