10 Haziran 2014 Salı

Faiz ve Girişim Kârı

Faiz, daha önce de gördüğümüz gibi, faal kapitalistin, sanayici ya da tüccarın kendi sermayesini değil de, borç aldığı sermayeyi kullandığında, para sahibine ödediği, kârının bir kısmıdır. Demek ki, borç alınan sermaye ile edinilen kâr bölüşülmektedir. Eğer kapitalist, kendi parasını kullansaydı, böyle bir kâr bölüşümü olmazdı.  Gerçekten de, kârın bir kısmını faize dönüştüren, genellikle faiz kategorisini yaratan şey, kapitalistlerin kendi aralarında böylece, para-kapitalistler ve sanayi kapitalistleri diye ikiye ayrılmaları olduğu gibi, faiz oranını yaratan şey de işte bu iki tür kapitalist arasındaki rekabetten başka bir şey değildir.” K-3-326

Sermaye, yeniden üretim sürecinde işlev yaptığı sürece, kapitalist, ancak sermayenin kendisi üzerinde değil, geliri üzerinde tasarrufta bulunabilir. Sermayenin kendisi, sermaye olarak kaldığı sürece, o yeniden üretim sürecine aittir. Sahiplik kapitaliste sermayesini, yeniden üretim sürecinin dışında kullanma olanağı vermez. Dolayısıyla kapitalist, ancak kârı üzerinde tasarrufta bulunabilir. Para kapitalist için de durum aynıdır. Para, borç verildiği, yani sermaye olarak kullanıldığı ölçüde kârın bir kısmı olan faizi getirebilir. Parayı kendi elinde tuttuğu sürece, ne faiz getirir ne de parası sermaye olarak işlev görür. Para sermaye olarak işlev görüp faiz getirdiğinde ise kendi elinde olmaz. Kendi sermayesiyle iş yapanla borç sermayesiyle iş yapan arasındaki tek fark, borç alanın faiz ödemesidir. Borç alan ne kadar sıfıra yakın faiz öderse, o kadar kendi sermayesini kullanan kapitaliste yaklaşmış olur. Diğer fark ise, birinin sermayenin sahibi olması, diğerinin sahip olmamasıdır. 

 Borç verenle alan kapitalistler, birbirleri karşısında yalnızca yasal yönden farklı kişiler değillerdir. Onlar yeniden üretim sürecinde farklı roller oynayan kimselerdir. Yani bunlardan birisi borç veriyor diğeri ise onu üretken olarak kullanıyor. Sermayenin bu iki yönlü hareketi, kârın nicel bölünmesinin, nitel bölünme halini almasını sağlıyor. Şöyle ki; borç sermayesi ile çalışan kapitalist için brüt kâr iki kısma bölünür. Bir kısmı borç verene vermek zorunda olduğu faiz, diğeri de faiz verildikten sonra, sanayi ya da ticari kâr biçimini, ya da girişim kârı biçimini alır. Böylece para kapitalistine ödenen faiz, brüt kârdan sermayenin mülkiyetine ödenmesi gereken kısım, kârdan faal kapitaliste düşen kısım ise, “sanayi ya da ticarette, girişimci olarak yaptığı işlevlerden doğan girişim kârı olarak görünür.“ K-3-329 Bu nitel ayrım, öznel bir düşünce sonucu değil, nesnel bir olguya dayanır. Sonuç olarak “brüt kârın, her ikisi de aynı sermaye ve dolayısıyla bu sermayenin ürettiği kâr üzerinden farklı yasal haklara sahip iki ayrı kimse arasında sırf nicel bölüşümü böylece, hem borç alınan sermaye ile iş gördüğü sürece sanayi kapitalisti için ve hem de, sermayesini bizzat kendisi kullanmadığı sürece para-kapitalist için nitel bir bölünüm halini alır.” K-3-329

Faiz ve girişimci kârı olarak, kârın bu iki kısmı “sanki temelden farklı iki kaynaktan geliyorlarmış gibi böylece katılaşmaları ve bağımsızlaşmaları, şimdi tüm kapitalist sınıf ve toplam sermaye için kesin ve sağlam bir şekil alır.”K-3-329 Öyle ki, faal kapitalistin kullandığı sermayenin, borç sermayesi olup olmamasının önemi kalmaz. Dolayısıyla da her sermayenin kârı, kendi başına bireyselleşmiş iki kısma faiz ve girişim kârı olarak ayrılmıştır. Faizde girişim kârı da farklı yasalarca belirlenmiştir.” Kendi sermayesi ile çalışan kapitalist de, borç alınan sermaye ile iş gören kapitalist gibi, brüt kârını, sermayenin sahibi ve kendi kendisine borç veren olarak faize ve işlevini yerine getiren faal bir kapitalist olarak kendisine düşen girişim kârına ayırır.” “Sanayi kapitalistinin kârı, kendisine ait sermaye ile çalıştığı zaman bile, faiz ve girişim kârına bölünür.”K-3-330 Bölünmenin nitel olması nedeniyle, kapitalistin, gerçekten başkasıyla bölüşüp bölüşmemesinin bir önemi yoktur. Böylece kendi sermayesini kullanan da, sermayenin sahibi ve kullanıcısı olarak iki kişiliğe bürünür. Sermayesinin getirdiği kâr kategorisi bakımından da kendi sermayesi, faiz getiren sermayeye ve girişimci kârı getiren sermayeye bölünür. Bu nedenle faiz, brüt kârın bölünmesi olarak görünmeyecek biçimde iyice yerleşir. Bunlar faiz ve girişim kârı olarak zıt biçimlerdir ve artı değerden çok birbirleriyle bağıntı içerisindedirler. “Sırf kârın bir kısmı faize dönüştüğü içindir ki, diğer kısım girişim kârı olarak görünür.”K-3-333 

Girişimci karı ile faiz birbirleriyle çelişki ve zıtlık içerisindedirler. Doğal olarak ta para kapitalistiyle üretken kapitalist birbirleriyle çıkar çatışması içerisindedirler. Onlar tekil olarak, faiz ya da girişimci karı olarak, emek ile zıt bir ilişkide görünmezler. Özcesi, faiz ve girişim karı bölünmesi henüz gerçekleşmeden önce kar üretilmiştir. Bu bölünmeyle ortaya çıkan faiz ve girişimci karı çelişkisi, para kapitalisti ile parayı işleten kapitalist arasında yansımasını bulur. Bunların, bu bölünme ilişkisinde, emek gücü ile her hangi bir bağıntıları yoktur. 

Faiz Getiren sermaye, işlev olarak, üretken sermayeden farklı olarak mülkiyet olan bir sermayedir. Ne var ki, o sermaye olarak işlevini yapmadığı sürece işçiyle karşılaşmaz ve onu sömüremez. Sermayeyi emekle karşı karşıya getiren faal kapitalisttir. O işlev yapan sermayeyi temsil ettiği için eli kolu bağlı olarak oturmaz. “Kapitalist üretimde kapitalist, üretim ve dolaşım süreçlerini yönetir.”K-3-334 Üretken emeği ister o isterse onun adına başkası sömürsün, bu iş belli bir çabayı gerektirir. Bu nedenle, girişim kârı ona, faizden farklı, sermayenin sahipliğinden bağımsız olarak, daha çok, mülksüz bir kimse – bir emekçi olarak işlevinin bir sonucu gibi görünür.”K-3-334 İşte bu nedenle de, girişim kârı, ücretli emekle zıt bir ilişkide görünmez. Girişim kârı ona, yönetim ve denetim işi için aldığı yüksek bir ücret olarak görünür, kafasına böyle yer eder. Böylece, artı değerin bölündüğü bu iki zıtlık nedeniyle, bunların artı değerin kısımları olduğu ve artı değerin, niteliği, kökeni ve varlık biçiminde hiçbir şeyi değiştirmediğini unutur. Faiz de bu niteliğiyle, emeğe karşı, emek üzerinde kişisel güce dönüşmüş sermayedir. Lakin sermaye, bu özelliğini, üretim süreci dışında ve ona ait bir şey değilmiş gibi temsil eder. Böylece faizin bu niteliği, doğrudan emeğe karşıt durum değil de, emekle ilişkisi olmayan diğer kapitalistlerle ilişkisini temsil eder. Dolayısıyla bu sermayenin, emekle ilişkisi dışında ve emekle ilişkisi bulunmayan niteliktir. O halde “faiz, kapitalist ile emekçi arasında değil, iki kapitalist arasındaki bir ilişkidir.”K-3-336 Faizin bu şekli kârın diğer kısmına, girişimci kârı biçimini ve yönetim ve denetim ücreti biçimini kazandırır.

Marx’a göre, denetim ve yönetim emeğine, üretim sürecinin bileşik toplumsal süreç halini aldığı bütün üretim biçimlerinde denetim ve yönetim emeğinin gerekli olduğunu belirtiyor. Bu ikili bir niteliğe sahiptir. Bir yandan, birçok bireyin el birliği yaptığı her iş, bir organizasyonu, düzenlemeyi, orkestra şefindeki gibi tüm işyerine uygulanacak görevlerin olmasını gerektirir. “Bu, her bileşik üretim biçiminde yapılması gerekli üretken bir iştir.”K-3-337 Diğer yandan, denetim işi, doğrudan üretici işçi ile üretim araçları sahibi karşıtlığına dayanan tüm toplumlarda zorunlu olarak ortaya çıkar. ”Bu uzlaşmaz karşıtlık ne denli büyük olursa, denetimin oynadığı rol de o denli büyük olur.”K-3-337 Kapitalist düzende ise bu denetim vazgeçilmezdir. Zira buradaki üretim süreci kapitalistin emek gücünü tükettiği süreçtir. Demek ki, yönetim ve denetim işi, koordine etme yönüyle her toplumsal üretim biçimlerinde olması gerekir. Ama sınıflı toplumlarda, koordine etme yönüyle değil, baskıya yönelik denetim ihtiyacından zorunlu olarak ortaya çıkar.

Marx, ücretli işçinin, hem kendi ücretini hem de yönetim ve denetim için harcanan emek için denetim ücretine değiniyor. Denetim ve yönetim işi, emek sermaye zıtlığı olan, yani sınıf çelişkilerinin olduğu toplumlarda ortak olduğuna göre, kapitalist düzen altında da, birleşik toplumsal emeğin bireylere verdiği, üretken işlevlerle ayrılmaz biçimde birbirine bağlıdır. Dolayısıyla yapılan iş yöneticiye ücret ödemeye elveren boyutlara ulaştığında, “kârdan tamamen ayrılır ve vasıflı emek için ödenen ücret biçimine girer” K-3-340 Kapitalist üretim tarzı, denetim işini kolayca sağlanabilecek noktaya getirmiştir. Böylece denetim işi, kapitalistin kendisinin yapmakta olduğu bir iş olmaktan çıkmıştır. Örneğin kooperatif fabrikalar, kapitalistin, üretimde bir işlev sahibi olarak gereksiz hale gelmiş olduğunu tanıtlamıştır. Kapitalistin bu denetim işi, salt kapitalist biçimden doğmadığına, emek sürecinin toplumsal biçiminden, yani bir amaç için birçok insanın bir arada elbirliğinden doğduğuna göre, sermaye ortadan kalktığında denetim yönetim işi, koordinasyon boyutuyla ortadan kalkmaz. Sadece sermayeden bağımsız olur. 

Ticaret ve sanayi yöneticilerine ait yönetim ücretleri, işçilere ait kooperatif fabrikalar ile hisse senetli şirketlerde, girişim kârlarından ayrılmıştır. Kooperatif fabrikada denetim işinin zıt niteliği yok olur. Burada yönetim ücreti, işçiler tarafından ödenir. Ayrıca burada denetim işi koordine etme düzeyindedir. Hisse senetli şirketlerde de denetim işi, giderek sermaye sahipliğinden ayrılmaktadır.

Marx bu bölümü bitirirken, girişim kârı ve yönetim denetim ücretlerin birbirine karıştırılmasına değiniyor ve işçiler yönünden elbirliği, burjuvalar yönünden hisse senetli şirketlerin gelişmesiyle, bu karıştırmanın son bahanesinin ortadan kalktığını belirtiyor. Şöyle ki; “işçiler yönünden elbirliğinin, burjuvalar yönünden, hisse senetli girişimlerin gösterdikleri gelişmeyle, girişim kârı ile yönetim ücretlerinin karıştırılması için son bahane de ortadan kalktı ve kâr, teoride apaçık belli olduğu gibi, pratikte de, düpedüz bir artı-değer, karşılığında herhangi bir eşdeğerin ödenmediği bir değer, gerçekleşmiş karşılığı ödenmemiş emek olarak ortaya çıktı. İşte o zaman, işlev yapan kapitalistin, emeği gerçekten sömürdüğü ve borç alınan sermaye ile çalışıldığında bu sömürünün meyvesinin, faiz ile girişim kârına, kârın faizden sonra kalan fazlalığına bölündüğü görüldü.” K-3-342

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder