Genel ya da ortalama kâr oranı, ilk inceleme sırasında,
sanayi sermayeleri arasında bir eşitlenme olarak görünüyordu. Daha sonra tüccar
sermayesinin katılımıyla tamamlandı. Bundan böyle kâr oranı ya da ortalama kâra
değinildiğinde, tüccar sermayesinin de katıldığı son hali kastedilecektir. Zira
artık sanayi ve ticari kâr ayırımı gereksizleşmiştir. Bu durumda “Sermaye, ister üretim alanına
sanayi, ister dolaşım alanına ticaret sermayesi olarak yatırılmış olsun,
büyüklükleri ile pro rata aynı ortalama yıllık kârı sağlarlar.”K-3-297
Belli miktarda
değerin bağımsız ifadesi olarak para, kapitalist ilişkilerde sermayeye
çevrilip, kendi kendini genişleten değer haline dönüşebilir. Para, kapitaliste
artı emek, artı ürün ve artı emek sızdırma, diğer bir deyişle kar etme olanağı
verir. Böylece para, para olarak kullanım değerinin dışında, sermaye olarak bir
kullanım değeri misyonu yüklenir. Dolayısıyla “para, bu potansiyel sermaye
niteliği içerisinde, kâr üretme aracı olarak, bir meta halini alır, ama kendine
özgü bir meta. Ya da, aynı şey demek olan, sermaye, sermaye olarak bir meta
haline gelir.” K-3-298 Demek ki sermaye özel, yani kendine özgü bir meta haline
geliyor. Kendine özgü meta olan bu para,
kapitalist ilişki içerisinde, sermaye olarak, ödünç sermaye biçimini alır. Ödünç
sermaye faiz getiren sermayedir.
Kendine özgü
bir meta olarak görünen faiz getiren sermayenin hareketine bakalım. Yıllık kâr oranı
%20 olsun. Ortalama koşullarda 100 sterlin, 20 sterlin kâr sağlar. Öyleyse, 100
sterlini olan birisi, 20 sterlin kâr üretme gücüne sahiptir. Zira 100 sterlin potansiyel
bir sermayedir. Bu durumda 100 sterlini olan birisi, başkasına bir yıllığına ödünç
olarak verse, 100 sterlini alan da onu sermaye olarak kullansa, 20 sterlin kâr
elde ederdi. Bu kimse, 100 sterlinin sahibine, ürettiği 20 sterlin kârdan, 100
sterlinlik sermayeyi kullandığı için 5 sterlin versin. Bu durumda kullanmış
olduğu 100 sterlinin, ödünç sermaye olarak kullanım değerini ödemiş olurdu. Öyleyse,
“kârın paranın sahibine ödenen bu kısmına faiz denir; faiz, kârın, işlev
yaptığı süreçte sermayenin kendi cebine indirecek yerde, sermaye sahibine
verdiği kısmına takılan bir diğer addan ya da özel bir terimden başka bir şey
değildir.”K-3-298 Bu durumda olan şey şudur: Para sermaye belli bir faiz
karşılığı, ödünç olarak, parayı sermaye olarak işletecek olan kişiye verilmektedir.
Parayı ödünç alan kişi (sanayici ya da tüccar) parayı kullanarak, ortalama
kârdan payını (örnekte %20) almaktadır.
Aldığı kârdan, belli bir miktarı faiz (örnekte %5) olarak, esas para sahibine vermektedir. Hemen
belirtelim ki, bu faiz getiren sermayenin, sahibinden borç alana gidişi ne meta
başkalaşımında, ne de sermayenin yeniden üretiminde bir evre değildir. O, borç
alanın elinde ikinci kez harcandığında, yani sermaye olarak işlev
yaptırıldığında ancak bir evre olur.
Marx faiz
getiren sermayenin özgün farklılığını ortaya koymak için, sermaye kavramına
değiniyor.
Üretken sermaye,
meta sermayeye çevrildiğinde, satılmak için pazara getirilir. Burada ister yaşam
gereksinimi olarak bireysel tüketiciye, isterse üretim aracı olarak üretken
tüketiciye satılsın, meta sermaye meta, para sermaye de para olarak görünür. Öyle
ki, “tek başına bakıldığında, başkalaşımın hiç bir anında kapitalist,
metalarını, alıcıya, bu metalar kendisi için sermayeyi temsil ettikleri halde,
ne sermaye olarak satar; ne de satıcıya sermaye olarak para öder. Her
iki halde de, metalarını düpedüz meta olarak ve parasını düpedüz para olarak,
yani metaları satın alma aracı olarak elden çıkarır.” K-3-301 İlgili alıntıya
devam edelim. ”Kendi dolaşım sürecinde sermaye, hiç bir zaman sermaye olarak
görünmez, ancak meta ya da para olarak görünür ve bu noktada bu onun, başkaları
için tek varlık şeklidir. Metalar ve para burada, metalar paraya ya da para
metalara çevrildiği için, satıcılar ya da alıcılar ile olan fiili ilişkileri
bakımından sermaye değildir, ancak kapitalistle olan ideal ilişkileri (öznel
açıdan) ya da yeniden-üretim sürecinde evreler olmaları (nesnel açıdan)
nedeniyle sermayedirler. Sermayenin sermaye olarak varlığı, fiili hareket içerisinde,
dolaşım sürecinde değil ancak üretim sürecinde, emek-gücünün sömürüldüğü
süreçte söz konusudur.”K-3-302 Demek ki, sermayenin sermaye olarak varlığı
üretim sürecinde söz konudur. Fiili alım satım sürecinde ise, metalar, sermaye
olarak görünmezler. Onlar bu fiili pratik süreçte ancak, metalardırlar. Ne var
ki, yeniden üretim süreci, bütünüyle dikkate alındığında, yani sürecin bütününe
bakıldığında ( P—P' ya da M—M' hareketinde) sermaye dolaşım sürecinde bir
sermaye olarak görünür.
Faiz getiren
sermayede durum farklıdır. Faiz getiren sermaye, ne para olarak ne de meta
olarak harcanır. O, para olarak, meta karşılığı değişilmediği gibi, meta olarak
ta para karşılığı değişilmez. Parasını, faiz getiren sermaye olarak
değerlendiren kişi, bir üçüncü kişiye kullanım hakkını devreder. Böylece üçüncü
kişi onu dolaşıma sokarak, sermaye olarak meta haline getirmiş olur. Sadece
kendisi için değil, başkaları için de sermaye haline getirmiş olur. Para sadece
onu veren için sermaye değil, üçüncü şahıs için de sermaye olarak artı değer
yaratan kullanım değeriyle yüklü bir değerdir ve ayrıca o, sahibine artmış bir
değer olarak dönen bir değerdir. Bu ilişkide para, sahibinden belirli bir süre
için ayrılır, geçici bir süre sahibinin zilyetliğinden ayrılarak, iş yapacak kapitalistin
zilyetliğine geçer. Sonra da çıkış noktasına gerçekleşmiş sermaye olarak döner.
Zaten yasal olarak geri dönme koşuluyla çıkmıştı.
Marx, para kapitalistinin
sanayici kapitalistine ne verdiğini, ona devrettiği şeyin ne olduğunu soruyor
ve yanıtlıyor.
Önce diğer
metalarda satış işleminde gerçekleşen şeye bakalım. Olağan bir satışta metalar
satılırken, onların değerleri değil, kullanım değerleri satılır. Değerleri ise yalnızca
biçimini değiştirir. Bu ilişkide meta sahibi satıcı, metasını sattığında, onun
kullanım değerinden ayrılmış olur ama değerinden ayrılmış olmaz. Zira metasının
değeri biçim değiştirmiş olarak, satıcının elinde kalır. Demek ki metaların
satış işleminde satıcı, metasının değerinden değil kullanım değerinden
ayrılıyor. Şimdi para kapitalistinin sanayici kapitaliste verdiği, devrettiği
şeyi belirtebiliriz. Para kapitalisti, borç süresince üretken kapitaliste
devrettiği şey, parasının kullanım değeridir. Borç sermayesinin kullanım değeri,
paranın sermaye haline gelebilme, süreç içerisinde kendi değerini koruyup, bir
de artı değer, ortalama kâr yaratma gücüdür. İşte para kapitalisti borç
vermekle, paranın sermaye olarak bu kullanım değerini vermiştir. Diğer metalar
kullanıldığında, kullanım değerlerini kaybederler, kullanım değerlerini
kaybettikleri gibi değerlerini de kaybederler. “Buna karşılık, meta sermayenin,
kullanım değerinin tüketilmesiyle, değerini ve kullanım değerini hala
korumasının yanı sıra bir de bunu artırması gibi kendine has bir özelliği
vardır.” K-3-309 Şimdi bir kez daha belirtelim ki, para kapitalistinin, borç
sermayesini sanayi kapitalistinin emrine verdiği dönem boyunca elinden çıkarmış
olduğu şey, paranın sermaye olarak, ortalama kâr üretme yetisi olan bu kullanım
değeridir.
Sıradan bir
meta satın alan kimse, kullanım değerini alıp, ona eş değerini ödemektedir.
Borç sermayesi içinse durum farklıdır. Borç sermayesi de kullanım değeri için alınır.
Lakin onun eşdeğeri ödenmez. Bu durumda bir değer miktarı yani para, her hangi
bir eş değer alınmadan elden çıkarılmakta ve belli bir süre sonra geri
dönmektedir. Değer borç verenin elinden çıktığı halde o, değerin sahibi olarak
kalmaktadır. Borç alan ise, borç sermayesinin zilyedi durumundadır ve parayı
sermaye olarak daha fazla değer üreten bir değer olarak borç almıştır. Bu para
kullanıldığında kendini genişleterek, sermaye olarak kendini gerçekleştirir.
Böylece borç alanın elinde işletilen borç sermayesi, hem kendi değeri olarak,
hem de artı değer olarak geri dönmüştür. Bu artı değerin bir kısmı, faizdir. Bu
faiz sermayenin kendisiyle birlikte sahibine, yani borç verene geri döner. Böylece
borç veren kişi ayrılmış olduğu değerine kavuştuğu gibi birde artı bir değere
kavuşmuş olur.
Şunu belirtelim
ki, hem borç veren hem de borç alan kişi, aynı para miktarını sermaye olarak
harcarlar. Ne var ki, bu para miktarı, sadece borç alanın elinde sermaye olarak
iş görür. Bu aynı miktar paranın kârı, borç veren ve borç alan arasında bölüşülür.
“Borç verenin payına düşen kısma faiz denir.”K-3-311 Bu faiz sermayenin fiyatı
olarak görünür. Bilindiği üzere fiyat meta değerinin para olarak ifadesidir.
Oysa borç verilen sermayenin kendisi bir paradır ve herhangi bir metanın
değerinin para olarak ifadesidir. Bu nedenle Marx, sermayenin fiyatını
belirleyen şey olarak faizin, irrasyonel bir ifade olduğunu belirtmiştir. Zira
burada borçlunun ödediği faiz, diğer metalarda olduğu gibi değerinin karşılığı
olan fiyat değil, kullanım değerinin karşılığıdır. Oysa fiyat, bir metanın
değerini ifade eder. Herhangi bir metanın fiyatı değerini ifade ediyorsa, “faiz
de, para-sermayesinin kendisini genişletmesini ifade eder ve böylece, bu değer
genişlemesi için, borç verene ödenen fiyat gibi görünür.”K-3-312 Demek ki para
kapitalistine artı değerden ödenen kısım, borç verilen sermayenin fiyatı olarak
görünür.
Son olarak
Marx, borç sermayesine ödenecek faizin, bu sermayeye olan arz ve taleple
belirlendiğini ortaya koyuyor. Diğer metaların fiyatları rekabetten bağımsız
olarak, kendi iç yasalarınca belirlenir. Rekabetin yani arz talepteki
dalgalanmaların yaptığı şey, piyasa fiyatının üretim fiyatından sapmasını
açıklamaktır. Öyle ki, arz ve talebin çakıştığı durumda pazar fiyatı üretim
fiyatıyla aynı olur. Emek gücünde de durum aynıdır. Arz ve talep
eşitlendiğinde, ücretler emek gücü değerine eşit olur. Para sermaye üzerinden
faiz durumunda olay farklıdır. Değer yasası burada söz konusu değildir. Zira
borç sermayesinin fiyatı değerini ifade etmez. Rekabet burada kuraldan
sapmaları açıklayan değildir, zira rekabetin zorladığı bölünme yasasının
dışında bir yasa yoktur. Doğal faiz oranı diye bir şey de yoktur.
Marx’ın, diğer
metaların, arz talep etkisinde, pazar fiyatının belirlenmesiyle, borç
sermayesinin fiyatının belirlenmesini birbiriyle farkını ortaya koyduğu uzunca
bir alıntıyla bu bölümü bitirelim. “Arz ile talep aynı olduğu takdirde,
metaların piyasa-fiyatları, üretim-fiyatlarına tekabül eder, yani bunların
fiyatı, rekabetten bağımsız olarak kapitalist üretimin kendi iç yasaları ile
düzenlenir görünür, çünkü, arz ve talepteki dalgalanmalar, piyasa-fiyatlarının,
üretim-fiyatlarından gösterdikleri sapmalardan başka bir şeyi açıklamaz. Bu
sapmalar karşılıklı olarak birbirlerini dengelerler ve böylece belli
uzunluktaki dönemler boyunca ortalama piyasa-fiyatları, üretim-fiyatlarını
eşitlerler. Arz ile talep çakışır çakışmaz, bu güçler artık işlemez, biri
diğerini telafi eder ve fiyatları belirleyen genel yasa şimdi tek tek durumlara
uygulanır hale gelir. Piyasa-fiyatı, yalnız piyasa-fiyatı hareketlerinin
ortalaması olarak değil, kendi öz biçimi içersinde bile, üretim tarzının kendi
iç yasaları ile düzenlenen üretim-fiyatlarına tekabül eder. Aynı şey ücretler
için de geçerlidir. Arz ile talebin çakışması halinde, bunlar birbirlerinin
etkisini yok ederler ve ücretler, emek-gücünün değerine eşit olur. Ama,
para-sermaye üzerinden faiz için, durum farklıdır. Rekabet, bu durumda,
kuraldan sapmaları belirlemez. Rekabetin zorladığı bölünme yasası dışında bir
yasa yoktur, çünkü, daha ilerde de göreceğimiz gibi, "doğal" faiz
oranı diye bir şey yoktur. Doğal faiz oranı sözü ile halk yalnızca, serbest
rekabet ile saptanan oranı kasteder. Faiz oranı için "doğal" sınırlar
yoktur. Eğer rekabet yalnız sapmalar ile dalgalanmaları belirlemiyorsa ve bu
nedenle zıt güçlerin birbirlerini yok etmesi eğer her türlü belirlenmeye bir
son veriyorsa, belirlenecek şey, keyfi ve yasaya sığmaz bir hal alır. İzleyen
bölümde bu konu üzerinde daha fazla durulacaktır.”K-3-313
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder