20 Ağustos 2019 Salı

Kapitalist Sistemde İşçinin Özgürlüğü, Nereye kadar?

Kapitalizm öncesi, efendilik - kölelik ilişkisinin olduğu toplum biçimlerinde; köleler, serfler üretme sürecinin dışından gelen baskıyla karşı karşıyaydılar. Bu ilişkileri belirleyen şey, üreticinin köleliği ve bağımlılığı, üretilmiş olanın, dolaysız üreticiden çekilip alınmasıydı. Kapitalist toplum biçimine gelindiğinde, üreticiler, kölelik ve serflik ilişkilerinden kurtulmuş, üretim araçlarından ve bağımlılık ilişkilerinden özgürleşerek, emek gücü sahibi işçi olarak; emek pazarına atılmışlardır.

Köleci toplumda, köle sahipleri; bütün üretim araçlarının sahibi olduğu gibi, üreticinin yani kölenin de sahibiydiler. Köleler, bütünüyle sahibine ait ve bütün bedenleriyle alınıp satılabilen metalar konumundadırlar. Hiçbir şekilde, kendi yaşamları ve gelecekleri hakkında bir tasarrufa sahip değildiler. Sahiplerinin tasarrufunda ve gölgesinde, yaşamlarını sürdüren konumundaydılar. Üretim sürecine, diğer üretim araçlarının bir parçası olarak katılıyorlardı ve üretim araçlarından hiç bir farkları yoktu. Zaten insan olarak ta görülmüyorlardı. Öyle ki eski Roma’da, onları diğer üretim araçlarından ayırmak için “konuşan” alet olarak tanımlarlardı. Ürettikleri ürünün tamamı köle sahibine aitti. Ama ürünün bir kısmı zorunlu olarak kölelere ayrılmak durumundaydı. Köleler, her ne kadar üretim aracı olarak görülse de, onlarda bir canlıydı ve yaşamsal ihtiyaçları vardı. Dolayısıyla ürünün bir kısmı, üretime devam edebilmeleri için kölelere bırakılırdı. Köle sahipleri, ürünü artırmak için en acımasız sömürü yöntemlerini uygularlardı. Çünkü ne kadar çok üretilirse, köle sahibi o kadar çok ürüne ulaşır, o kadar rahat yaşardı. Köleler doğrudan zor kullanılarak çalıştırılırdı.

Köleci üretim biçiminin ayırıcı özelliği, artı ürün için üretici kölelerin; kırbaç zoruyla, zora dayalı olarak çalıştırılmasıydı. Kölelerin de bir aletten faksız olarak, üretim araçlarına zorla bağlanmış birer nesneler olmasıydı.

Feodal toplumda, toprak sahibi feodal beyler; büyük toprakların sahibiydiler. Köylüler ise, toprağı işleyebilecek üretim araçlarına ve hatta işleyebilecekleri küçük bir toprak parçasına sahiptiler. Eğer zor olmasaydı, bağımlılık ilişkisi olmasaydı; doğrudan üretici köylüler kendi yaşamlarını kendi üretimleriyle sürdürebilecek durumdaydılar. Ne var ki, büyük toprak sahipleri gölgesindeki üretme ilişkisi, zoru ve kişisel bağımlılığı dayatıyordu. Serfleşmiş köylüler, üretim aracı sahibi olmalarına rağmen, toprak dolayımıyla büyük toprak sahibine bağımlıydılar. Bir nevi köle durumundaydılar.

Köylüler, haftanın belirli günü kendi toprağında çalışarak kendi yaşam gereksinimlerini üretirken, haftanın belirli günü de büyük toprak sahibi beyin toprağında çalışarak bey için üretiyorlardı. Yani köylü, kendisi için olan toprakta, kendi gereksinimini üretirken, büyük toprak sahibinin toprağında da fazladan emek harcayarak artı bir ürün üretmiş oluyordu. Toprak sahibinin toprağındaki bu çalışma, gönüllülük temeline dayanmıyordu. Zora dayanıyordu ve köylü için bir angaryaydı. Fazladan çalışmaydı ve bu fazladan çalışmanın ürünün tamamı büyük toprak sahibine gidiyordu. Toprak sahipleri, haftanın kendilerine ait çalışma gününü artırmak için, çeşitli yolları deniyorlardı. Angaryadaki bu ilişki, geleneklerle örülmüş olan baskı ve zora dayalıydı. Köylülerin toprağa bağımlılığı, toprak dolayımıyla da toprak sahibine kişisel bağımlılığı, bu sistemin gereğiydi. Elbette köleden farklıydılar, üretim aracı ve kendileri için küçük toprak sahibiydiler. Ama büyük toprak sahiplerine olan bağımlılıkları, onlar köleden farksız kılıyordu. 

Bu üretim biçiminin ayırıcı özelliği, baskıya ve zora dayalı olmasındaydı. Doğrudan üretici köylüler, özgür değil; toprak dolaymıyla büyük toprak sahiplerine bağımlıydılar.

Tarihsel ilerlemeyle birlikte, kölelik biçimi ve feodal biçim yerini kapitalist topluma, kapitalist üretme biçimine bırakmıştır. Üretim, biçim değiştirmiştir. Üretimin biçim değiştirmesi, hem köleliğe hem de angarya üretime son verdiğinden; doğrudan üreticiler, kendilerini kölelikten ve toprak dolayımıyla büyük toprak sahibi beylere bağımlılıktan kurtarmıştır. Artık doğrudan üreticileri, üretim sürecine zorla sokacak, bağımlılık ilişkileri yoktur. 

Üreticiler artık toprak sahibi de değiller. Üretim araçları da yoktur. Üreticilerin şimdi sahibi oldukları tek şey, emek gücü metasıdır. Ama bu meta, sıradan bir meta değildir. Emek gücü metası tüketildikçe, metalarda bulunan eski değer korunur ve yeni değer üretilir. İşçiler, bu marifetli emek gücünün sahibidir. Onu istedikleri gibi tasarruf etme hakkına sahiptirler.

Kapitalist biçimde işçiler, köleci biçimde ve angarya biçiminde olduğu gibi; zora dayalı olarak üretim sürecine sokulamazlar. Çünkü kapitalist sistemde, her meta sahibi, kendi mülkiyetinde bulunan metaları istedikleri gibi tasarruf hakkına sahiptir. Emek gücü üzerindeki tasarruf hakkı, işçileri önceki biçimlerdeki üreticilerden daha özgür kılmıştır. Ne var ki, emek gücü metası tek başına bir işe yaramaz. İşçiye, hiçbir faydası olmaz. O üretim koşullarında, üretim araçlarıyla ilişkilenmelidir. Emek gücü tüketildikçe, emek değer üretmelidir.

İşçi için iki yol vardı; “ya emek gücünü satmaya boyun bükecek; ya da dilencilik, serserilik, haydutluk yapmak zorunda kalacaktı.”(1) İkinci yol sürdürülebilir değildi. Çünkü hırsızlık, haydutluk vb. tutumlar; toplum tarafında suç olarak görülüp, en ağır biçimde cezalandırılıyordu. İşçi zorunlu olarak birinci yolu, emek gücü pazarının yolunu tutar. Zorunlu da olsa, emek gücü metasını satmaya karar vermiştir. Emek gücü alıcısı, üretim aracı sahibi kapitalist, emek pazarındadır. Zira işçiyi, emek gücü sahibi olarak özgürleştiren süreç, üretim aracı sahiplerini de kapitalist olarak dönüştürmüştür.

Emek pazarında işçi, emek gücü metası sahibi olarak bulunur. Üretim aracı sahibi kapitalistle, mülk sahibi olarak eşit haklara sahiptir. İşçi, sözleşmeye dayalı olarak; belirli süreliğine kullanması için, emek gücü metasını kapitaliste, belirli bir ücret karşılığında satar. Bu satış, gönüllülük temelinde iki tarafın isteğiyle gerçekleşir. Öyle de görünür. Ne var ki işçinin,  “emek gücünü satmakta olduğu süre, onu satmaya zorlandığı süredir”(2) Satmaya zorlanır çünkü, yaşamsal varlığı bu satışa bağlıdır. Bütün yaşamsal ihtiyaçlarını bu satıştan elde edeceği ücretle karşılar. Bu yüzden işçi, emek gücünü satmaya zorunludur ve satmalıdır. Aksi durumda, yaşamsal varlığını koruyabileceği, sürdürebileceği metalara ulaşamaz. Varlığını koruyamaz, sürdüremez.

Tarihsel ilerleme, kapitalizm öncesi kölelik ve bağımlılık ilişkilerini çözerek; üreticiyi, zora dayalı bütün bağımlılıktan kurtarır. Ne var ki “bu ilerleme, yalnızca, kölelik biçiminde bir değişmedir…” (3) Zira bu ilerleme, üreticiyi, işçi olarak başka bir bağımlılığın, emek gücünü satma zorunluluğunun pençesine bırakır. Artık dışarıdan zor baskının yerini, emek gücünü satmak zorunluluğu almıştır. Başka bir deyişle, kapitalizm öncesi kölelik ve bağımlılık biçimlerinin yerini, ücrete zorunlu, ücretli kölelik biçimi almıştır.

Üretim alanı, satış sürecindeki özgür işçinin, emek gücünü satma zorunluluğundan doğan köleliğini de aratır. Çünkü emek gücü satışıyla birlikte, işçinin emek gücünü satma iradesi de son bulur. Satış tamamlandıktan sonra işçi artık, özgür karar verebilen, kendi başına buyruk biri değildir. Sahibi olduğu emek gücü metası, belirli süreliğine kendisinden çıkmıştır. Şimdi söz sahibi olan kapitalisttir. Emek gücünü satın alan kapitalist, artık, işçinin posasını çıkarıncaya kadar, onun peşini bırakmak istemez.

Emek pazarındaki, emek gücünü satma özgürlüğü; yerini, işçinin iradesini dışlayan, kölece üretme ilişkisine bırakırken; “köle çalıştıranların ellerindeki kırbaçların yerini; şimdi, gözcülerin elindeki ceza kitabı alıyordu.”(4)


Kaynak
1-     Karl Marx, Formen, Sayfa 47, 1. Baskı Sol Yayınları
2-     Karl Marx, Kapital 1, Sayfa 314, 1. Baskı, Sol Yayınları
3-     Karl Marx, Kapital 1, Sayfa 732, 1. Baskı, Sol Yayınları
4-    Karl Marx, Kapital 1, Sayfa 436, 1. Baskı, Sol Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder