Kapitalizm öncesi, kölelik-efendilik ilişkisinin olduğu üretim biçimlerinde; köleler ve köylüler (serfler), üretme sürecinin dışından gelen zor ve baskıyla karşı karşıyaydılar. Bu biçimlerde üretim ilişkisini belirleyen asıl şey, üreticinin köleliği ve toprak sahibine kölece bağımlılığıydı. Kapitalist üretim biçimine gelindiğinde ise üreticiler, kölelik ve serflik ilişkilerinden kurtularak; Tasarruf hakkı kendilerinde olan, emek gücü sahipleri olarak özgürleştiler.
Köleci toplumlarda köle sahipleri; bütün üretim araçlarının sahibi
oldukları gibi, üretime kattıkları kölelerin de sahibiydiler. Bütün
bedenleriyle sahiplerine ait olan köleler, sıradan bir meta gibi alınıp
satılabiliyorlardı. Hiçbir şekilde, kendi yaşamları ve gelecekleri hakkında bir
tasarruf hakkına sahip değildiler. Sahiplerinin tasarrufunda ve gölgesinde,
yaşamlarını sürdürüyor; üretim sürecine, diğer üretim araçlarının bir parçası
olarak katılıyorlardı. Herhangi bir üretim aracından farkları yoktu. Zaten
insan olarak ta görülmüyorlardı. Öyle ki eski Roma’da onları, diğer üretim
araçlarından ayırmak için “konuşan” alet olarak tanımlarlardı. Köleci sistemde,
kölelerin hayatta kalma ve çoğalmaları için zorunlu olarak ayrılan kısmın
dışında; üretilen ürünün tamamı köle sahibine gidiyordu. Köleler bu üretim
ilişkisinde, kırbaç kullanılarak, doğrudan baskı ve zor yoluyla çalıştırılıyorlardı.
Köleci üretim biçiminin ayırıcı özelliği, artı ürün için üretici kölelerin; kırbaç zoruyla, zora dayalı olarak çalıştırılmasıydı. Ayrıca kölelerin de bir aletten faksız olarak, üretim araçlarına zorla bağlanmış; canlı birer nesneler olmasıydı.
Toprağa dayalı üretim biçiminde ise beyler, büyük toprakların sahibiydiler. Köylüler (serfler) ise, toprağı işleyebilecek üretim araçlarına ve üretim araçlarıyla işleyebilecekleri, kendilerine ayrılan küçük toprak parçasına sahiptiler. Eğer köylülerle büyük toprak sahipleri arasında bağımlılık ilişkisi ve dışardan dayatılan zor olmasaydı; doğrudan üretici olan köylüler; kendilerine ayrılan küçük toprak parçasında, kendi üretimleriyle yaşamlarını sürdürebilecek durumdaydılar. Ne var ki, büyük toprak sahiplerinin gölgesindeki üretme ilişkisi, kişisel bağımlılığı dayatıyordu. Köylüler, üretim aracı sahibi olmalarına rağmen, toprak dolayımıyla büyük toprak sahiplerine bağımlıydılar. Bu bağımlılık ilişkisi, zor yoluyla gerçekleşen bir çeşit kölelik durumuydu.
Köylüler, haftanın belirli günü kendilerine ayrılan topraklarında çalışarak, kendi yaşama gereksinimlerini üretirken; haftanın belirli günü de büyük toprak sahibinin toprağında çalışarak, bey için üretiyorlardı. Toprak sahibinin toprağındaki bu çalışma, bir gönüllülük temeline dayanmıyordu. Geleneklerle örülmüş, baskıya ve zora dayanıyordu. Bu çalışma, köylü için fazladan çalışmaydı ve bir angaryaydı. Fazladan çalışmanın bütün ürünü, toprak sahibine gidiyordu. Elbette köylüler bu üretme ilişkisinde, köleden farklıydılar, üretim aracı ve kendileri için ayrılmış küçük toprağa sahiptiler. Ne var ki büyük toprak sahiplerine olan zora dayalı bağımlılıkları, onları köleden farksız kılıyordu.
Bu üretim biçiminin ayırıcı özelliği, baskıya ve zora dayalı olmasındaydı. Doğrudan üretici köylüler, özgür değil; toprak dolayımıyla büyük toprak sahiplerine bağımlıydılar.
Tarihsel ilerlemeyle birlikte, kölelik biçimi ve toprağa dayalı üretim biçimi; yerini kapitalist üretim biçimine bırakmıştır. Üretim biçiminin değişmesi, hem köleliğe hem de angarya üretime son verdiğinden; doğrudan üreticiler, kölelikten ve toprak dolayımıyla büyük toprak sahiplerine bağımlılıktan kurtulmuştur. Üreticiler artık, kendilerine ayrılan bir toprağa sahip olmadıkları gibi; toprağı işleyecek üretim araçları da yoktur. Sahip oldukları tek şey, üretim sürecinde tüketildikçe değer üretebilen emek gücü metasıdır. İşte emekçiler, bu marifetli emek gücü metasının sahibi olarak, kölece bağımlılık ilişkilerinde kurtulup özgürleştiler.
Kapitalist üretim biçiminde emekçiler, köleci biçimde ve angarya biçiminde olduğu gibi; zora dayalı olarak üretim sürecine sokulmazlar. Zira değişen üretim biçimi, onları kölelikten, üretim aracı ve topraktan kurtararak; bağımlılık ilişkilerinden azat etmiştir. Artık ne toprağa bağlılar, ne köle, ne de bir başkasına bağımlılar. Onlar artık emek gücü sahibi olan, emek güçleri üzerinde istedikleri gibi tasarruf hakkına sahip olan özgür emekçilerdir. Lakin emek gücü metası tek başına hiçbir işe yaramaz, emekçinin ve ailesinin karnını doyurmaz. Karın doyurabilmesi için emek güçleri, üretim alanında üretim araçlarıyla ilişkilenmelidir. Ne var ki, emekçilerin üretim araçları yoktur. Çünkü emekçileri emek gücü sahibi kılan tarihsel ilerleme, üretim araçlarını da başka ellerde toplayarak; emekçileri üretim araçlarından mahrum bırakmıştır.
Bu durumda emekçinin önünde iki yol vardı; “ya emek gücünü satmaya boyun bükecek; ya da dilencilik, serserilik, haydutluk yapmak zorunda kalacaktı.”(1) Emekçiler, ikinci yolu denediler, ama bu yol sürdürülebilir bir yol değildi. Çünkü hırsızlık, serserilik, dilencilik, haydutluk vb. tutumlar; toplum tarafında suç olarak görülüyor, devlet tarafından en ağır biçimde cezalandırılıyordu. Emekçiler, zorunlu olarak birinci yolu tutar. Bu yol, emek gücünün satışa sunulduğu, emek pazarına giden yoldur. Bu yoldan emek pazarına giden emekçiler, emek pazarında işçi kimliğine bürünür. Aynı zamanda üretim aracı ve para sahibi olan emek gücü alıcısı da, kapitalist kimliğiyle, emek pazarında yerini almıştır. Zira emekçiyi, emek gücü sahibi olarak özgürleştiren ve işçi kimliğiyle damgalayan süreç, üretim araçlarını ellerinde toplayanları da; üretim aracı sahibi olarak kapitaliste dönüştürmüştür. Hem emek gücü sahibi hem de üretim aracı sahibi, artık emek pazarındadır.
Emek pazarında, üretim aracı sahibi kapitalistle, emek gücü sahibi olan işçi; mülk sahipleri olarak bulunurlar ve eşit haklara sahiptirler. İki taraf ta kendi çıkarları doğrultusunda hareket eder. İşçiyle kapitalisti karşı karşıya getiren bu ilişki, baskıya ve zora dayalı bir ilişki değildir. Bu ilişki, hukuksal olarak eşitler arası, özgür bir ilişkidir. İşçi, sözleşmeye dayalı olarak; belirli süreliğine kullanması için, emek gücü metasını kapitaliste ücret karşılığında satar. Bu alışveriş özgürler arasında, gönüllülük temelinde gerçekleşir. İki tarafın da istediği bir şeydir. Öyle görünür, öyledir de. Ne var ki işçinin, “emek gücünü satmakta olduğu süre, onu satmaya zorlandığı süredir”(2) Satmaya zorlanır, çünkü emekçinin bütün yaşamsal varlığı bu satışa bağlıdır. Zira işçi, bütün yaşamsal ihtiyaçlarını, bu satıştan elde edeceği ücretle karşılar. Aksi durumda, kendisinin ve ailesinin yaşamsal varlığını koruyabileceği, sürdürebileceği bir ücrete ulaşamaz. Kendisinin ve ailesinin varlığını koruyup, sürdüremez.
Emekçiyi topraktan ve üretim araçlarından koparıp, emek gücünün özgür satıcılarına dönüştüren bu süreç için Marx, “hem ücretli emekçiyi hem de kapitalisti doğuran gelişmenin çıkış noktası, emekçinin köleleşmesiydi. Bu ilerleme, yalnızca, kölelik biçiminde bir değişmedir…” (3) diyerek köleliğin biçim değiştirdiğini belirtiyor. Bu süreç, değişimdeki bu ilerleme, bağımlı üreticiyi, üretim araçlarından mahrum bırakarak; başka bir bağımlılığın, emek gücünü satma zorunluluğunun pençesine bırakmıştır. Dışarıdan zor ve baskının yerini, şimdi üretim biçiminin dayattığı emek gücünü satmak zorunluluğu almıştır. Başka bir deyişle, kapitalizm öncesi kölelik ve kölece bağımlılık biçimlerinin yerini, ücret dolayımıyla kapitalist sınıfa bağımlı, ücretli kölelik biçimi almıştır.
Bu kölelik biçimi üretim alanında apaçık görünür olur. Zira işçinin emek pazarındaki, hukuki olan emek gücünü satma özgürlüğü, üretim alanında tamamen son bulur. Üretim alanında, işçinin iradesinin ve özgürlüğünün kırıntısı bile yoktur. Üretim alanında bütün irade, kontrol ve denetim; kişileşmiş sermaye olan kapitalistin elindedir. Marx’ın deyimiyle, bundan böyle üretim alanında; “Köle güdücülerin kırbaçlarının yerini, gözcülerin ceza kitabı aldı.”(4)
Kaynaklar
1- Karl Marx, Formen, Sayfa 47, 1. Baskı Sol
Yayınları
2- Karl Marx, Kapital 1, Sayfa 314, 1. Baskı, Sol
Yayınları
3- Karl Marx, Kapital 1, Sayfa 732, 1. Baskı, Sol
Yayınları
4- Karl Marx, Kapital 1, Sayfa 406, Yordam Kitap

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder