Marx bu bölüme “sermaye ilişkileri, faiz getiren
sermayede, en yüzeysel ve en fetiş biçime ulaşır.” K-3-343 diyerek başlıyor.
Sermayeye bu fetiş biçimi veren ve onu gizemli biçime sokan şey, bu sermayenin çevriminde
ara aşamaların görülmeyişidir. Bu ilişkide görünen şey P—P' hareketidir, yani paradan para
yaratma ve kendisini genişleten değerdir. Örneğin 1000 sterlin %5 faiz oranıyla
borç verildiğinde, sermaye para kapitalistine bir yıl sonunda 1050 sterlin
olarak döner. Sermayenin geçirdiği ara aşamaları temsil eden ilişki görünmez. Daha
doğrusu o bir ilişki olarak görünmez. Görünen şey, bir miktar paranın bir süre
sonra çoğalmış olarak dönmesi, ya da, bir miktar değerin bir süre sonra
çoğalmış olarak dönmesidir.
15 Haziran 2014 Pazar
10 Haziran 2014 Salı
Faiz ve Girişim Kârı
Faiz, daha önce de gördüğümüz gibi, faal kapitalistin,
sanayici ya da tüccarın kendi sermayesini değil de, borç aldığı sermayeyi
kullandığında, para sahibine ödediği, kârının bir kısmıdır. Demek ki, borç
alınan sermaye ile edinilen kâr bölüşülmektedir. Eğer kapitalist, kendi
parasını kullansaydı, böyle bir kâr bölüşümü olmazdı. “Gerçekten
de, kârın bir kısmını faize dönüştüren, genellikle faiz kategorisini yaratan
şey, kapitalistlerin kendi aralarında böylece, para-kapitalistler ve sanayi
kapitalistleri diye ikiye ayrılmaları olduğu gibi, faiz oranını yaratan şey de
işte bu iki tür kapitalist arasındaki rekabetten başka bir şey değildir.” K-3-326
Sermaye,
yeniden üretim sürecinde işlev yaptığı sürece, kapitalist, ancak sermayenin
kendisi üzerinde değil, geliri üzerinde tasarrufta bulunabilir. Sermayenin
kendisi, sermaye olarak kaldığı sürece, o yeniden üretim sürecine aittir.
Sahiplik kapitaliste sermayesini, yeniden üretim sürecinin dışında kullanma
olanağı vermez. Dolayısıyla kapitalist, ancak kârı üzerinde tasarrufta
bulunabilir. Para kapitalist için de durum aynıdır. Para, borç verildiği, yani
sermaye olarak kullanıldığı ölçüde kârın bir kısmı olan faizi getirebilir.
Parayı kendi elinde tuttuğu sürece, ne faiz getirir ne de parası sermaye olarak
işlev görür. Para sermaye olarak işlev görüp faiz getirdiğinde ise kendi elinde
olmaz. Kendi sermayesiyle iş yapanla borç sermayesiyle iş yapan arasındaki tek
fark, borç alanın faiz ödemesidir. Borç alan ne kadar sıfıra yakın faiz öderse,
o kadar kendi sermayesini kullanan kapitaliste yaklaşmış olur. Diğer fark ise,
birinin sermayenin sahibi olması, diğerinin sahip olmamasıdır.
Labels:
borç sermayesi,
brüt kâr,
denetim,
faiz,
girişimci kârı,
Kapital-III,
kapitalist,
kâr,
para kapitalisti,
sınıf,
yönetim ve denetim
7 Haziran 2014 Cumartesi
Kârın Bölünmesi, Faiz Oranı, “Doğal” Faiz Oranı
Faiz, para kapitalistine ödenen kârın bir kısmı olduğuna
göre, faizin üst sınırı ancak kârın kendisi olabilir. Tabi böyle olunca da,
üretken kapitalistin kârdan hiçbir şey almaması gerekirdi. Marx, faizin üst
sınırını, istisnai durumlar dışında, toplam kârdan, yönetim ve denetim
ücretleri (daha sonra inceleneceği belirtiliyor) düşüldükten sonra kalan miktar
olarak belirtiyor. İstisnai durumlardan kasıt, bunalım durumlarıdır. Marx’a
göre “faizin alt sınırının belirlenmesi
ise tamamen olanaksızdır.”K-3-315 Faiz, her hangi bir alt düzeye düşebilir. Ne
var ki bu alt düzey sıfırın üzerinde bir düzeydir.
Marx, modern sanayinin hareket ettiği çevrimlerin faiz oranları üzerinde etkisini ortaya koyuyor. Düşük faiz oranına genellikle işlerin iyi gittiği gönenç dönemlerinde ya da fazla kâr dönemlerinde, yüksek faize ise bunalım dönemlerinde rastlanmaktadır. “faiz oranı, ödemelerin karşılanabilmesi için ne pahasına olursa olsun borç para alındığı bunalım sıralarında doruk noktasına ulaşır.”K-3-317 Öyle ki, bunalım hallerinde sermaye olağan çevrimini sürdüremez, doğal olarak ta kapitalistler birbirlerine olan taahhütlerini yerine getiremezler. Bu durumun borç sermayesine olan talebi artıracağı, borç sermayesinin arzını düşüreceği açıktır. Bu durumun sonucu; faiz oranının en yüksek noktasına ulaşmasıdır.
Labels:
borç sermayesi,
bunalım,
doğal faiz oranı,
faiz,
faiz oranı,
Kapital-III,
kriz,
rantiye sınıfı
3 Haziran 2014 Salı
KARIN FAİZE VE GİRİŞİM KARINA BÖLÜNMESİ - Faiz Getiren Sermaye
Genel ya da ortalama kâr oranı, ilk inceleme sırasında,
sanayi sermayeleri arasında bir eşitlenme olarak görünüyordu. Daha sonra tüccar
sermayesinin katılımıyla tamamlandı. Bundan böyle kâr oranı ya da ortalama kâra
değinildiğinde, tüccar sermayesinin de katıldığı son hali kastedilecektir. Zira
artık sanayi ve ticari kâr ayırımı gereksizleşmiştir. Bu durumda “Sermaye, ister üretim alanına
sanayi, ister dolaşım alanına ticaret sermayesi olarak yatırılmış olsun,
büyüklükleri ile pro rata aynı ortalama yıllık kârı sağlarlar.”K-3-297
Belli miktarda
değerin bağımsız ifadesi olarak para, kapitalist ilişkilerde sermayeye
çevrilip, kendi kendini genişleten değer haline dönüşebilir. Para, kapitaliste
artı emek, artı ürün ve artı emek sızdırma, diğer bir deyişle kar etme olanağı
verir. Böylece para, para olarak kullanım değerinin dışında, sermaye olarak bir
kullanım değeri misyonu yüklenir. Dolayısıyla “para, bu potansiyel sermaye
niteliği içerisinde, kâr üretme aracı olarak, bir meta halini alır, ama kendine
özgü bir meta. Ya da, aynı şey demek olan, sermaye, sermaye olarak bir meta
haline gelir.” K-3-298 Demek ki sermaye özel, yani kendine özgü bir meta haline
geliyor. Kendine özgü meta olan bu para,
kapitalist ilişki içerisinde, sermaye olarak, ödünç sermaye biçimini alır. Ödünç
sermaye faiz getiren sermayedir.
Labels:
arz-talep,
değer,
doğal faiz oranı,
faiz,
Kapital-III,
kullanım değeri,
ödünç sermaye,
para,
para kapitalisti,
para sermaye,
sermaye
30 Mayıs 2014 Cuma
Tüccar Sermayesi Konusunda Tarihsel Malzeme
Marx bu bölüme, iktisatçıların tüccar sermayesine,
sanayi sermayesinin özel bir bölümü olarak bakan anlayışlarını eleştirerek
başlıyor. Zira onlar, tüccar sermayesinin, sanayi sermayesinden bağımsızlaşan,
değişmiş biçimleri olduklarını görmüyorlar.
Öyle ki, Smith ve Ricardo gibi büyük iktisatçıların,
sermayenin temel şekli olarak sanayi sermayesini irdelemelerinden ortaya
çıkardıkları kurallar, tüccar sermayesini kapsamına almamaktadır. Tüccar
sermayesini bütünüyle bir yana bırakıp, sadece sanayi sermayesinin bir türü
olarak sözünü etmektedirler. Yani onları, bağımsız biçimleri içerisinde
irdelememektedirler. Bu sermayeyi özel olarak irdelediklerindeyse, sadece Ricardo’nun,
dış ticaret irdelemesinde yaptığı gibi, bu sermayenin değer yaratmadığını ortaya
koymaya çalışmışlardır. Ne var ki diyor Marx, “dış ticaret için doğru olan şey iç, ticaret için de
doğrudur.”K-3-285
Labels:
değişim,
dolaşım alanı,
Kapital-III,
kapitalizm,
kapitalizm öncesi biçimler,
tüccar sermayesi,
üretim alanı,
üretim tarzı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)