Marx, sermayenin bileşimini ikili anlamda ele alıyor. Birincisi
sermayenin değer bileşimi, ikincisi ise sermayenin teknik bileşimidir.
Sermayenin değer bileşimi, değişmeyen sermayenin değişen sermayeye, değer
cinsinden oranıdır. Sermayenin teknik bileşimi ise, üretim aracı kitlesi ile
emek gücü arasındaki orandır. Başka bir deyişle, üretim aracı kitlesi ile emek
gücü arasındaki ilişkidir. İlişki, şu kadar üretim aracını, bu kadar işçinin ya
da emek gücünün harekete geçirmesidir.
Sermayenin teknik bileşimi ve değer bileşimi arasında bir
bağıntı vardır. “Bunu anlatmak için sermayenin değer bileşimine, bunun,
sermayenin teknik bileşimi tarafından belirlenmesi ve bu bileşimdeki
değişmeleri yansıtması açısından, sermayenin organik bileşimi diyorum.”K-1-630
Demek ki, sermayenin organik bileşimi, sermayenin teknik bileşimine dayanan, ya
da sermayenin teknik bileşimince belirlenen, değişen ve değişmeyen sermayenin
değerlerinin birbirine oranıdır. Sermayenin
organik bileşiminde değişiklik, bu orandaki değişmedir.
Örnekleyelim, sermayenin bileşimi, 50 değer kitlesi
değişmeyen, 50 değer kitlesi de değişen olsun, oran 1/1 dir. Kapitalizmdeki
gelişmeyle birlikte üretim aracı miktarında artma olsun, değişmeyen sermaye
75’e çıksın, değişen sermaye de 25 olsun. Bu durumda, sermayenin bileşimi 3/1
olmuştur. Artık daha az emek gücü, daha
fazla üretim aracını harekete geçirmektedir. Bu durumda, sermayenin organik
bileşimi artmıştır. Kapitalizmin gelişmesi ile birlikte de, sermayenin organik
bileşimi giderek artar.
Marx, değer bileşimi ile organik bileşimin birbirine
karıştırılmaması gerektiği uyarısında bulunuyor. Zira değer bileşimi, teknik bileşime
bağlı olmadan da, pazar dalgalanmalarından etkilenebilir. Böylece, teknik
bileşim değişmeden de değer bileşimi değişebilir.
Sermayenin büyümesiyle, emek gücüne olan talepte
artacaktır. Birikim gerçekleştiği sürece, sermayenin bileşimi aynı kalsa da, hem
değişen hem de değişmeyen sermaye artacaktır. Sermayenin, ani genişleme
durumlarında, emekçiye duyulan talep arzı aşabilir, bu durum ücret yükselmesine
neden olabilir. Birikim, devam ettiği sürece bu aşamaya gelinir. “Ücretli işçi
sınıfının, şu ya da bu derecede uygun koşullar altında yaşamını sürdürmesi ve
çoğalmaya devam etmesi, kapitalist üretimin temel niteliğini hiçbir şekilde
değiştirmez.”K-1-631 Ücretlerin, görece yükseliyor oluşu, işçiye özgürlük
getirmez, sömürü ilişkisi aynen korunur. Büyüyen ölçekte yeniden üretim, sermaye ilişkisini,
yani bir kutupta kapitalistleri, diğer kutupta işçileri yeniden yeniden üretir.
Sermaye, giderek daha fazla insanı egemenliği altına alır. Onu, kölece kendine
bağımlı kılar. Öyleyse, ”Sermaye birikimi sonucunda emeğin fiyatında bir
yükselme, gerçekte, ücretli işçinin kendisi için dövmüş olduğu altın zincirin
uzunluğunda ve ağırlığındaki bir gevşemedir.”K-1-635 Ücrette yükselme,
karşılığı ödenmemiş emeği azaltır, ama bu azalma sistemin kendisini tehdit edecek
noktaya varmaz. Özünde, “İktisatçıların sözde doğa yasasıymış gibi göstermeye
çalıştıkları kapitalist birikim yasası, aslında yalnızca şunun ifadesidir.
Birikimin özünde saklı niteliği, emeğin sömürülme derecesindeki her türlü
azalması ve kapitalist ilişkinin, gittikçe büyüyen boyutlarda olmak üzere,
devamlı yeniden üretimini ciddi şekilde tehlikeye sokacak her türlü ücret
artışını daima dıştalar.”K-1-638 Zira kapitalist
üretimin tek amacı vardır o da, bireylerin kişisel gereksinimlerini karşılamak
değil, artı değer üretmektir. Öyle ki, “artı değer üretimi, bu üretim tarzının
mutlak yasasıdır.”K-1-635
Kapitalist üretimin, emek gücünü yeniden üretimini bir
kez daha vurgulamak gerekir. Emek gücünün yeniden üretimi, “aslında sermayenin
kendisinin yeniden üretiminin kökü ve esasıdır. Bu yüzden sermaye birikimi, proletaryanın
çoğalması demektir.”K-1-631 Bu vurgu önemli, kapitalizmin gelişmesiyle işçi
sınıfı mutlak olarak artmaktadır.
Birikim
İlerler ve Bununla Birlikte Yoğunluk Artarken, Sermayenin Değişen Kısmının
Nispi Azalması
Buraya kadar, sermayenin büyümesi, teknik bileşimde bir
değişme olmadan ele alınmıştır. Oysa süreç bu evrenin ötesine uzanır. Emek
üretkenliğinin artmasıyla birlikte, sermayenin organik bileşimi de artar. Emek
üretkenliğinin artışı ile birlikte, üretilen ürünün ve üretim aracının kitlesi
de artar. Üretim aracı kitlesindeki artış emek gücüne göre daha fazladır. Yani
diğer bir deyişle emeğin kitlesi azalır. Bu, sermayenin teknik bileşiminde bir
değişmeyi anlatır. Artık, daha fazla üretim aracını, oransal olarak daha az
emek harekete geçirir.
Sermayenin, teknik bileşimindeki bu değişme, üretim aracı
kitlesindeki bu büyüme, emek gücü kitlesiyle karşılaştırıldığında daha
fazladır. Değişmeyen sermayenin, değişen sermaye aleyhine bu artışı, yansımasını,
sermayenin değer bileşiminde bulur. Başlangıçta, sermayenin değişen ve değişmeyen
kısmı yüzde elli, yüzde elli iken, sermayenin değişmeyen kısmının artışı ile,
değişmeyen yüzde seksene ulaşırken, değişen sermaye yüzde yirmi olur. Bu
durumda, sermayenin bileşiminde, emek gücü, değişmeyen sermayeye oranla
azalmıştır. Kapitalist birikimin ilerlemesiyle, sermayenin değişmeyen kısmı her
zaman değişen aleyhine büyür.
Şunu da belirtmek gerekir ki, sermayenin değişmeyen
kısmına göre, değişen kısmındaki azalma, ya da değer bileşimindeki bu değişme,
sermayenin maddi öğelerinin değişimini yaklaşık olarak gösterir. “Bunun basit
nedeni, emeğin üretkenliğindeki artışla, yalnız tüketilen üretim araçlarının
oylumu büyümekle kalmayıp, bunların kitlelerine oranla değerlerinin
azalmasıdır.”K-1-640 Yani bunların değerleri, kitlelerine göre daha yavaş
yükselir.
Sermayenin büyümesiyle, birikimin ilerlemesinin, değişen
sermayeyi nispi olarak azaltıyor olması, onun mutlak büyüklüğünün artmasını
engellemez. Zira sermaye yatırımı arttıkça, değişen kısım değişmeyene göre
nispi olarak azalırken, eskisine göre değişen kısım da artar. Demek ki, değişen
kısım nispi olarak azalırken mutlak olarak artar.
Kapitalist üretimin koşulu, belli derecede sermaye
birikimini gerektirir, bunun el zanaatlarından, kapitalist sanayiye geçiş
sırasında gerçekleştiği varsayılmıştı. Artık, üretkenliği artıran tüm
yöntemler, artı değer artışı, artı değerin sermayeye dönüşümü, tüm bu süreçler,
sermayenin birikimini genişlemesini sağlamıştır. Sermayenin hızla birikimi,
kapitalist üretim biçimini geliştirmiştir. Marx, bu söylemlerden sonra
sermayenin birikimini hızlandıran, merkezileşme ve yoğunlaşmasına
değinmektedir.
Sermayenin yoğunlaşması, Marx’a göre sermayenin birikme
yoluyla büyümesidir. Yani, artı değerin, sürekli olarak sermayeleştirilerek,
sermayenin büyümesi durumu sermayenin yoğunlaşmasıdır. Her bireysel sermaye, bu
anlamda bir yoğunlaşmayı ifade eder ve belli büyüklükte bir emek ordusuna
komuta eder. Böylece sermaye, sürekli büyür genişler. Bu bireysel sermayelerin
büyümesi, tüm toplumsal sermayenin büyümesi anlamına gelir. Sermayenin
merkezileşmesi ise yoğunlaşmadan farklıdır. Sermayenin merkezileşmesi, tekil ve
bağımsız sermayelerin, bir araya gelip birleşmeleriyle oluşur. “Bu, daha önce
oluşmuş bulunan sermayelerin yoğunlaşması, bağımsızlıklarına son verilmesi,
kapitalistin kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi, birçok küçük
sermayenin, birkaç büyük sermayeye dönüştürülmesidir.” K-1-643 Demek ki, birkaç
tekil sermayenin bir araya gelip birleşmeleriyle sermayenin merkezileşmesi
gerçekleşmektedir. Merkezileşmede, birikimle değil, bir araya gelme ile büyüme
ve genişleme söz konusudur. “merkezileşme hareketinin gelişmesi hiçbir zaman,
toplumsal sermayenin büyüklüğündeki pozitif artışa bağlı değildir. Ve bu durum,
merkezileşme ve yoğunlaşma arasındaki özgül farktır; yoğunlaşma, yalnızca,
büyük boyutlu yeniden üretime verilen bir başka addır.”K-1-644
Marx devamla, rekabet savaşından söz ediyor. Rekabet savaşı
meta ucuzlatılmasıyla verilir. Metaların ucuzlatılması için emek üretkenliği
artırılmalıdır. Emek üretkenliği artırmak için, üretimin boyutlarını artırmak
gerekir, onun içinde büyük sermaye gerekir. Büyük sermaye sahibi küçüğünü
yener. Onu süreçten koparır. Küçüklerde bu savaşta yer alabilmek için bir araya
gelip birleşirler. Ya da batar giderler. Yine süreç içerisinde, kredi sistemi
ortaya çıkar. Bu savaşta kredi sistemi sermayeye olanak sağlar. Rekabet
savaşında bir silah haline gelerek, merkezileşmenin mekanizmasına dönüşür. O
halde, hem rekabet, hem de kredi, sermayenin merkezileşmesinin iki güçlü
mekanizması olarak ortaya çıkmıştır. .
Marx, son olarak, sermayenin merkezileşmesinin varacağı
son sınırdan söz eder. “Belli bir sanayi kolunda eğer buna yatırılmış bulunan
sermayeler, tek bir sermaye halinde kaynaştırılırsa, merkezileşme en son
sınırına ulaşır. ”Engels’in dipnotunda İngiliz ve Amerikan tröstlerinin, tek
bir sanayi kolunda, pratikte tekel sağlayacak şekilde, şirketler halinde
birleşmeye çalışarak, bu hedefe ulaşmak istediklerinden söz ediyor. Marx devam
ediyor: ”Bir toplumda bu sınıra ancak, bütün toplumsal sermayenin, ya tek bir
kapitalistin ya da tek bir kapitalist şirketin elinde toplanması halinde
ulaşılmış olur.”K-1-644 Marx’ın bu söyleminde, merkezileşmenin, teorik olarak
varacağı mantıksal nokta tek bir kapitalist ya da tek bir kapitalist şirkettir.
Ne var ki, pratik olarak bu sadece tek bir üretim kolunda olasıdır.
Son olarak Marx, sermaye birikimi sırasında oluşan ek sermaye, büyüklüğüyle orantılı ve daha az emekçiyi kendisine çekerken; yeniden üretilen eski sermayenin, çalıştırdığı emekçilerden daha fazlasını kendisinden uzaklaştırdığından söz ediyor. Birikim sürerken ve yoğunluğu artarken; artı değerden oluşan ek sermayeyle kendisine emekçi çekerken yeniden üretilen eski sermaye emekçiyi işsizliğe iter. Bir bütün olarak bakıldığında çektiğinden çok daha fazlasını iter.
Gittikçe
Artan Ölçüde Nispi Artı Nüfus Üretimi ya da Yedek Sanayi Ordusu
Sermayenin, organik bileşiminin yükselmesiyle birlikte
emeğe olan talep düşer. Sermaye
büyüdükçe, kapitalist daha fazla üretim aracı, daha az emek gücü satın alır. Emeğe olan talep, sermayenin büyüklüğü nispetinde azalır. Daha önce de
belirtildiği gibi, “Toplam sermayenin büyümesi ile birlikte değişen kısmı, yani
onunla birleşen emekte büyür, ama bu daima küçülen bir oranda olur.”K-1-647
Dolayısıyla, sermayenin birikimi ile birlikte değişen kısım artsa bile bu her
zaman küçülen oranda olacaktır. Ama değişmeyen sermaye, değişen sermayeye göre
daha fazla artacaktır. Kapitalizmin gelişmesiyle sermaye büyüdükçe oransal olarak emek ihtiyacı azalacaktır.
Dolayısıyla, “…artı nüfusu, kendi enerjisi ve büyüklüğü ile doğru orantılı
olarak durmadan üreten şey, kapitalist birikimin ta kendisidir.”K-1-647
Sermayenin boyutları büyüdükçe, değişmeyen sermaye daha büyüdükçe, işçi nüfusu fazlalık durumuna gelir. Bu, gerek çalışanların işten atılması, gerekse sermaye tarafından yeterince emilmemesi, nedenleriyle olabilir. “Bu nedenle, emekçi nüfusu, kendi yarattığı sermaye birikimi ile birlikte, kendisini nispi ölçüde fazlalık haline getiren, nispi artı nüfus haline çeviren araçları üretmiş olur ve o, bunu, daima artan boyutlarda yapar.”K-1-648 Üretimden dışlanmış fazla emekçi nüfus, sermaye gelişiminin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkar.
“Emekçi artı nüfus, birikimin ya da kapitalist temele
dayanan zenginliğin gelişmesinin zorunlu bir ürünü olduğu gibi, tersine olarak
ta, bu artı nüfus, kapitalist birikimin kaldıracı ve hatta bu üretim biçiminin
varlık koşulu halini de alır.”K-1-649 Artı
nüfus, Marx’a göre her an el altında bulunan yedek sanayi ordusunu oluşturur
ve bu ordu sermayeye aittir. Bu artı
nüfus, sermayenin gereksinmeleri doğrultusunda, hareket etmeye hazırdır.
Sermayenin genişlemesiyle, yeni alanlara kayma durumunda, bu insan kitlesi her
an el altında hazır olarak bulundurulmalıdır. Büyük sanayinin hareketi,
devresel dalgalanmaları (yüksek yoğunlukta üretim, bunalım, duraklama) yedek
sanayi ordusunun durmadan meydana gelmesine, sonra tekrar emilmesine, tekrar
meydana gelmesini sağlar. Demek ki, büyük sanayi hareketi yedek sanayi ordusunu
yaratır. Hatta buna ihtiyaç duyar. Burada nüfusun, genel anlamıyla artı nüfus
olmadığına, sermaye ile ilişkilenme açısından artı nüfustan söz edildiğine
vurgu yapmak gerekir.
Büyük sanayin, kendine özgü yolu, önceki dönemlerde
görülmez. Kapitalist dönemin çocukluk evresinde de görülmez. Zira o zaman
birikim azdı ve işçi sınıfı sınırlarıyla da karşılaşılıyordu. Bu sınır,
köylülerin topraklarından zorla sürülmeleri gibi, zora dayalı yollarla
aşılıyordu. Oysa üretimin, geniş boyutlarla gelişmesiyle birlikte, düzensiz
genişlemeler, beklenmedik daralmalar yaşanır, daralmalar tekrar genişlemeye
evrilir. Bu süreç, el altında yedek işçi ordusu olmadan yürümez. Bu yedek işçi
ordusu, nüfusun mutlak büyümesinden bağımsız, sermayenin hareketine bağımlı
olarak büyür. Zira kapitalizm, doğal nüfus artışının sağladığı emek gücü ile yetinemez.
O, doğal sınırların ötesinde yedek
sanayi ordusu ister.
Değişen sermayenin artmasına karşın, işçi sayısı aynı
kalabilir hatta azalabilir. Bireysel işçi, daha fazla emek sağladığında böyle
bir durum ortaya çıkar. Bu durumda, değişen sermayede artış, daha fazla işçinin
değil daha fazla emeğin göstergesidir. Yani azaltılmış işçiden daha fazla emek sızdırılır. Bu durumda, aşırı çalışma ile işçinin zorunlu işsizliği
aynı anda yaşanır. Öyleyse, “Bir yandan, içi sınıfının çalışan kesiminin aşırı
çalışması yedek ordunun saflarını şişirirken, öte yandan da bu yedek ordunun
rekabet yoluyla çalışanlar üzerindeki artan baskısı, bunları, aşırı çalışmaya
boyun eğmek ve sermayenin diktası altına girmek zorunda bırakır.”K-1-653 Diğer yandan birikimin ilerlemesiyle birlikte, hünerli işçi yerine daha az hünerli işçi koyarak, olgun emek gücü yerine olgunlaşmamış emek gücü koyarak, erkek işçi yerine kadın-genç yerine çocuk çalıştırarak daha büyük emek kitlesine ulaşma olanağına sahip olunur.
Marx, iktisatçıların, ücretlerin sermaye birikimi sonucu
yükseldiği düşüncesini dogma olarak değerlendiriyor. “Bütünü ile ele
alındığında, genel ücret hareketleri, tamamıyla, yedek sanayi ordusunun
genişleme ve daralmasıyla düzenlenir ve bu da, sınaî çevrimin devresel
değişmelerine uygun olarak meydana gelir.”K-1-654 Ücret hareketi, işçi sınıfı nüfusunun mutlak
sayısıyla değil, işçi sınıfının faal ve yedek sanayi ordusu oranı, onun nispi
art nüfusun artışı azalışıyla belirlenir. Demek ki, işsiz sayısında artma ya da azalmalar ücret
düzeyinde önemli bir etkendir.
Marx burada, telefi teorisi safsatasına tekrar döner.
Makinelerin kullanılmaya başlamasıyla, “serbest bırakılan emekçiler, makinenin
yol verdiği emekçiler değildir; bunların gelecekte yerini alacak olan yetişen
kuşaklar ile sanayin eski temel üzerindeki normal gelişmesiyle rahatça
emebileceği ek emekçiler de serbest hale gelmiştir.” Diyerek, sermayeyi
bağlayan ve emekçileri açıkta bırakan durumu, sermayenin emekçiler için serbest
bırakıldığı düşüncesini bir kez daha eleştiriyor.
Dışarıda işsizliğin baskısı, çalışan işçileri daha fazla
çalışmaya zorlar. Bu durum, emek arzını
emekçi arzından bağımsız hale getirir. Sermayenin emek ihtiyacı çalışan işçiden
karşılanır. Dolayısıyla yeni bir işçi talebi doğmaz. Rekabetin baskısıyla
ortaya çıkan böyle bir durumun bilince çıkmasına değiniyor Marx. Kapitalist
üretimin, yedek sanayi ordusuna ilişkin bu doğal yasasının etkilerini azaltma ya da ortadan kaldırmak için; çalışanlarla işsizler, aralarında işbirliği kurmak için, işçi sendikaları ve
benzeri birliktelik yoluna girerler. Tabi bu durumda, sermaye ve dalkavukları, arz talep
yasası çiğneniyor yaygarası basar. Ama sömürgelerdeki gibi yedek sanayi ordusunun oluşmasını engelleyen koşullar olduğunda, bu kutsal arz talep yasası karşı durarak, süreci, zorla ve devletin de işe karışmasını onaylayarak değiştirmeye çalışırlar. Kuşkusuz bu yaygaranın dışında, bizim için
önemli olan bir olguya vurgu yapmak gerekir ki, bu da, rekabetin etkisinin
kırılması için işsizlerle çalışanların birlikte davranmaları gereğidir.
Nispi
Artı Nüfusun Farklı Biçimleri, Genel Kapitalist Birikim Yasası
Yedek sanayi ordusu, olası her durumda vardır ve üç
biçimi vardır. Bunlar akıcı, saklı ve durgun biçimdir.
Akıcı biçim, büyük sanayi merkezlerinde bulunan
işsizlerden oluşur. Sermayenin, organik bileşiminin gelişmesiyle, işçiyi
itmesi, üretimin genişletilmesiyle işçiyi çekmesi, kapitalist üretimin iki zıt
eğilimidir. Dolayısıyla, büyük sanayi merkezlerinde, sermayenin ihtiyacına göre,
işçiler bazen işten atılır, bazen de işe alınırlar. Ama daima işçilerin bir
bölümü işsiz kalırlar. Ayrıca, daha fazla kar için, genç yaşta işe alınıp, olgunluk
yaşına gelince işten çıkarılanlar ve ağır sömürü koşullarında, emek gücü
zamanından önce tüketilen işçiler de akıcı biçim içerisinde yer alırlar. Artı
nüfusun bu kesimi, sermayenin ihtiyaç duyduğunda hemen elinin altında olan
kesimdir.
Saklı biçim, tarımsal alanda görülür. Kapitalist
üretimin, tarıma el atmasıyla birlikte, tarımsal alanda da sermaye gelişir. İşçilere
olan mutlak talep ise azalır. Tarım dışı alanlarda olduğu gibi, tarımdan itilen
işçiler de, hemen geriye çekilmez. Tarımsal nüfusun bir kısmı, tarım dışı sanayide kent
proleterine dönüşmek için uygun koşulların oluşmasını beklerler. Bu nispi artı nüfus sürekli kentlere akış halindedir. Bu akış kırsal alanda sürekli saklı artı nüfus bulunmasını gerekli kılar. Bu kesimin
ücreti asgari düzeydedir ve emekçinin bir ayağı yoksulluk batağındadır.
Durgun biçim, ev işi gibi düzensiz işte çalışanların
oluşturduğu yedek ordudur. Durgun artı nüfus, çökmekte olan sanayilerden
beslenir. Bir işte çalışmaları düzensiz
olan ve sermayenin bitip tükenmeyen emek deposudurlar. “Azami çalışma süresi ve
asgari ücret bunların ayırt edici özelliğidir.”K-1-660
Marx, bunların dışında artı nüfus tortusundan da söz
eder. Bunlar, çalışabilecek durumda olanlar, yetim, öksüz ve fakir fukara
çocukları, ahlak düşkünleri, zavallılar, çalışamayacak durumda olanlar, sanayi kurbanları, sakatlar sefalet alanında bulunurlar. “Yoksulluk, faal emek ordusunun
hastanesi, yedek sanayi ordusunun safrasıdır. Sefalet nispi artı nüfusla
birlikte ürer ve biri diğerinin zorunlu koşuludur; artı nüfusun yanı sıra
yoksulluk, kapitalist üretimin ve zenginlik artışının bir koşulunu oluşturur.”K-1-661
Bunlar sermaye için üretken olmayan zorunlu giderlerdir. Lakin sermaye bu
giderlerin büyük kısmını işçi sınıfı ve alt orta sınıflar üzerine yıkar.
Marx, toplumsal
servet ne kadar büyük olursa, sermaye büyüme hızı ne kadar yüksek olursa, yedek
sanayi ordusunun da o kadar büyük olacağını belirtiyor. Sonra da, kapitalist
birikimin mutlak genel yasasını da ortaya koyuyor: “En sonu, işçi sınıfının düşkünler
tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksullukta o
kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır.” Vurgu,
kapitalist birikimle birlikte resmi yoksulluğun artacağınadır. Ama devamla
Marx, yasanın çeşitli koşullarca değişikliğe uğrayabileceğini belirtir. “Diğer
bütün yasalar gibi, bu da, işleyişi sırasında çeşitli koşullar ile değişikliğe
uğrarsa da, bunların incelenmesi bizi burada ilgilendirmemektedir.”K-1-661
Marx, kapitalist sitemde, emek üretkenliğinin
artırılması için kullanılan bütün yöntemlerin, işçinin aleyhine olduğunu, onu
özgürlüğünden uzaklaştırdığını, kölece sermayeye bağımlı kıldığını bir kez daha
yineliyor. Sonra şu sonuca varıyor: “Sermaye birikimi oranında, aldığı ücret,
ister yüksek ister düşük olsun, emekçinin yazgısı daha da beter
olacaktır.”K-1-663 Sermaye biriktikçe, sefalet yaratır. Bir kutupta servet
birikimi, diğer kutupta, sefaletin, köleliğin, bilgisizliğin birikimi aynı anda
olur. Demek ki, zenginlik ve yoksulluk aynı anda üretilmektedir.
Genel
Kapitalist Birikim Yasasının Örneklendirilmesi
Marx, bu başlık altında düşüncesini, alıntılarla
örneklendirmektedir. Sermaye birikimiyle birlikte işçilerin yaşam ve sağlıksız barınma koşullarına, ücretlerine değiniyor. Sermayenin gereksinimlerine göre; göçebe emek, inşaat, demiryolu yapımı vb. işlerde çalışan işçileri Marx, "sermayenin hafif piyadeleri" olarak tanımlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder