Sermaye birikimi, artı değerin varlığını, artı değer
kapitalist üretimi, kapitalist üretimse, daha önceden bir miktar birikmiş
sermaye ve emek gücünü gerektirir. Birikim için artı değer gerekir, ne var ki,
artı değer için de sermaye olmak gerekir. İlkel birikim, sermayenin ilk birikimini
anlatır. Bu birikimi sağlayan süreç, kişisel çalışmaya dayalı özel mülkiyetin
(küçük üretici) tasfiyesine dayanan süreçtir. Başka bir deyişle, bu süreç,
küçük üreticiyi özgür işçiye, küçük üreticinin araçlarını da sermayeye
dönüştüren süreçtir.
Ekonomi politikte, bu ilkel birikim, aşağı yukarı
teolojide ilk günahın oynadığı rolü oynar. Evvel zaman içinde, iki insan
vardı, biri tembel diğeri ise çalışkandı. Tembel serserilik yaparken, çalışkan
servet biriktirmişti vb… “Oysa” diyor Marx, “tarihte ele geçirmenin,
köleleştirmenin, soyman, öldürmenin, kısacası zorun büyük rol oynadığını herkes
bilir.”K-1-730 Marx burada, ilkel birikimde zorun önemine vurgu yapıyor. Zira
sürecin hiçte sevimli olmadığını düşünüyor.
Para ve meta, kendiliklerinden sermaye değildirler.
Onların, sermayeye dönüşebilmeleri için, belli koşulların yerine gelmiş olması
gerekir. Bu koşul, farklı türden meta sahiplerinin karşı karşıya gelmesidir. Başka
bir deyişle, bir yanda para, üretim aracı ve geçim nesneleri sahipleri; diğer yanda ise emek gücünü satan özgür
işçilerin karşı karşıya gelmesidir. İşçiler, iki anlamda özgürdür; birincisi, köle
ve serfler gibi üretim araçlarının ayrılmaz bir parçası değildirler. İkincisi
ise, mülk sahibi köylüler gibi üretim aracı sahibi değildirler. İki anlamda da
engel ve yükten, bağımlılıktan kurtulmuşlardır. Tek sahibi oldukları şey,
özgürce tasarruf edebilecekleri emek güçleridir. Böylelikle, para sahipleriyle
özgür işçiler, iki kutup olarak meta pazarında yerlerini alırlar.
"Meta pazarındaki bu kutuplaşma ile kapitalist üretimin
temel koşulu sağlanmış olur.”K-1-731 Zira kapitalizm, emekçilerin emeklerini
gerçekleştirebileceği her türlü üretim araçlarının mülkiyet hakkından ayrılmış
olmalarını öngörür. Kapitalizm, bu anlamda, bir kez ayağa kalktığında artık, bu
süreci kendisi yeniden üreterek yoluna devam eder. Öyleyse, kapitalizmi ayağa kaldıran süreç,
emekçilerin ellerinden üretim araçlarının sahipliğini zorla koparıp alan
süreçtir. Dolayısıyla, "ilkel birikim denilen şey, bu nedenle, üreticiyi üretim
araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka bir şey değildir.”K-1-731 Bu tarihsel
süreç, aynı zamanda, parayı, üretim araçlarını sermayeye dönüştüren süreçtir.
Kapitalist toplumun, ekonomik yapısı, feodal toplumdan
doğup gelişmiştir. Bu nedenle de, feodal çözülmeyle birlikte, işçiler, üretim
araçlarından koparak, özgür bireyler olarak ortaya çıkmışlardır. Bu süreç, bir
yanda serf, köle ya da bağımlı olmaktan çıkmayı diğer yandan, üretim araçları
sahipliğinden kurtulmayı gerektirir. Dolayısıyla emekçiler, feodal yükümlülükten, onun sağladığı
güvenceden kurtulduktan sonra ancak, kendi emek güçlerinin satıcısı haline
gelebilmişlerdir. Bu süreç, mülksüzleştirilme sürecidir ve tümden feodal
bağlardan koparılma sürecidir. “Ve onların mülksüzleştirilmelerini anlatan bu
öykü, insanlık tarihine, kandan ve ateşten harflerle yazılmıştır.”K-1-731
Marx, hem kapitalisti, hem de ücretli işçiyi doğuran bu
gelişmenin çıkış noktasını işçinin köleleşmesi olarak görüyor. Bu durum
köleliğin biçim değiştirmesidir. Feodal sömürünün kapitalist sömürüye
evirilişidir. Buna rağmen, bu süreçte yaşanan devrimler kapitalist sınıfın oluşmasının bir kaldıracı olarak çağ açıcıdır.
Marx, kapitalist dönemin başlangıcı 16. Yüzyıl olarak
belirtir. Serflik bu yüzyılda çoktan kalkmıştır. Örneklediği ülke
İngiltere’dir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder