Sınıflı toplum olan kapitalist toplumda eğitim,
kapitalist sınıfın işçi sınıfı üzerinde egemenliğini sürdürebilmesinin ve kapitalist
sistemin yeniden üretilmesinin bir aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Kapitalist
sınıfın egemenliğini tesis etmede ve sistemi yeniden üretmede eğitimin rolü iki
yönlüdür. Bunlardan ilki, egemen ideoloji olan kapitalist sınıfın ideolojisini,
eğitim aracılığıyla çocuklara ve genç kuşaklara enjekte etmektir. Bir diğeri
ise eğitim aracılığıyla sermayenin ihtiyacı olan eğitilmiş nitelikli emek gücünü
üretmek ve sermayenin hizmetine sunmaktır. Bu iki yönün birlikte ürettiği
sonuç, kapitalist sistemin değişmezliğine inanan, sistemi kabullenmiş, çalışkan,
sadık ve sermayenin ihtiyacı olan nitelikli emeğe sahip olan bireylerdir.
Kapitalist sınıf, eğitime devlet aracılığıyla
müdahale eder. Devlet iradesiyle ve devletin ortaya koyduğu eğitim
politikalarıyla eğitim sürecinin kontrolü, denetimi ve eğitim süreçlerinin
yönlendirmesi yapılır. Bu yönlendirmede, siyasal iktidarlar işin öznesidir.
Bu yazıda muradımız, çocuk işçiliğine devletin
katkısı olduğu için ortaöğretimde; devletin eğitimden sorumlu kurumu olan MEB
eliyle, sermayenin ihtiyacı doğrultusunda atılan ve atılmak istenen adımlara değinilecek.
Meslek okulları, eğitimin sermayeyle
ilişkilenmesinin; açık olarak göründüğü eğitim kurumlarıdır ve bu kurumlar, sermaye
için çok önemlidir. Büyük sermaye grubu olan Koç Holding’in, “Meslek lisesi
memleket meselesi” sloganı, bu önemin bir ifadesidir. Koç Holding, “Meslek
lisesi memleket meselesi” sloganı çerçevesinde MEB le, 2006 yılında proje
işbirliğine girdiğinde, “Mesleki-Teknik Eğitime Özendirme Programı” kapsamında
gerçekleştirilen projenin amacını, “olanakları kısıtlı, başarılı ilköğretim
mezunu gençlerin sanayi, bilişim ve hizmet sektörüne eleman yetiştiren meslek
liselerine girmelerinin desteklenmesi; staj olanağı sağlayarak, bilgi, beceri
ve yeterliklerinin artırılması ve ekonominin ihtiyaç duyduğu nitelikli teknik
elemanların yetiştirilmesi”(1) olarak sunmuştur. “Meslek lisesi, memleket
meselesi” sloganında sermayenin, kendi çıkarlarını bütün bir toplumun
çıkarıymış gibi sunmasının bir örneğini buluruz. Oysa bu mesele “memleket meselesi”inden
ziyade, sermayenin çıkarları doğrultusunda kapitalistin kendi meselesidir.
Elbette sermayenin eğitimle ilişkilenmesi, sadece Koç Holdingle sınırlı değildir.
Zira MEB ile yapılan protokoller çerçevesinde atölye tipi uygulamalarla sermaye
bizzat eğitimin içerisindedir. Kuşkusuz kendisini, sömürüye dayalı emek sermaye
ilişkisiyle üreten bir toplumda; bu ilişkilenme doğal bir görünümdür. Ne var ki
bu ilişkilenmenin sonucu, çocuk işçiliği üzerinden ucuz emek gücüdür ve
sermayenin, bu okulları ucuz emek gücü deposu olarak gören pratiği ve yaklaşımıdır.
MESEM ler
2021-2022 eğitim döneminde Mesleki
ve Teknik Anadolu Liseli bünyesine katılan MESEM ler, bakanlığın övgüsüne
mazhar olmuş uygulamadır. Bakanlık, MESEM uygulamasıyla, “işletmelerin
çırak ihtiyacının karşılanması ve çırak öğrencilerin ahilik kültüründen gelen
usta çırak ilişkisiyle mesleklerini işbaşında öğrenmelerinin amaçlandığı ”nı belirtiyor.
Bakanlık bu amacında, ahilik kültüründen gelen usta çırak ilişkisinden söz ediyor.
Ne var ki ahilik gibi birlikler; kapitalizm öncesi toplum biçimine özgüdür. Ekonomik,
sosyal, siyasal, ahlaki boyutu olan, dayanışmayı önceleyen ve mesleki teknik
eğitim veren; hiyerarşik yapıya sahip kapalı örgütlenmelerdir. Bu
örgütlenmeler, kapitalist üretim ilişkileri tarafında çözülmüştür. Dolayısıyla
kapitalist sistemde, meslek öğrenmeye yönelik usta çırak ilişkisinin, ahilik
anlamıyla uygulanma zemini yoktur. Doğal olarak MESEM ler de, ahilik kültürü
üzerinden usta çırak ilişkisiyle değil; kapitalist sisteme özgü, sömürü ilişkileri
üzerinden yapılanmıştır.
Pratikte de sınandığı gibi MESEM
ler, sermayenin ihtiyacını önceleyen; nitelikli, sermayenin hemen
kullanabileceği hazır emek gücü ihtiyacını karşılamayı amaçlayan okullardır.
Özellikle emek yoğun işletmelerin ucuz emek gücü deposu olarak, sermayenin gözbebeğidirler.
Bu okullarda, haftanın bir günü teorik eğitim verilirken, haftanın 4 günü de
MEB in çıraklık sözleşmesi yaptığı iş yerlerinde pratik(staj) yaptırılan okullardır.
Çocuklar işyerlerinde yaptıkları pratik sürecinde, yetişkinlerin yaptığı her
türlü işi yaparak, kapitalistin ucuz emek gücü ihtiyacını karşılıyorlar. MESEM
ler kapsamında çalıştırılan çocukların, ne çalışma koşullarının çocuğa
göreliliği, ne çalışma saatinin çocuğa göreliliği dikkate alınıyor. Çocukların
güvenceli çalışma hakkı korunmuyor. Denetimin yetersizliği ortamında çalışan
çocuklar, asgari ücretin yüzde 30’una denk gelen bir ücretle; sermayenin sömürü
aracına dönüştürülüyorlar. Yetişkin işçinin iş
yerlerinde yaşadığı her türlü riske açık hale geliyorlar. Sağlıkları, fiziksel
ve psikolojik gelişimleri olumsuz etkileniyor. Daha da vahimi iş güvenliği
önlemi alınmayan işyerlerinde yaşamlarını kaybediyorlar.
Eğitim sisteminde
değişim isteği
2012-2013 eğitim- öğretim yılında 4+4+4
sistemi uygulamaya koyulmuştu. Bu sistem, 8 yıl olan ilköğretimi 12 yıla
çıkarıyor ve kademelendiriyordu. Bu sistemle çocuklar, 2 dördü okuduktan sonra
3. dördü okuyamadığında, açık liselere zorunlu kalıp sistemin dışına
düşebiliyordu. Bu sistemle, özellikle maddi yetersizlik nedeniyle 3. dördü okuyamayan
çocukların; ucuz emek gücü olarak sömürü alanlarına gitmelerinin yolu açılmıştı.
4+4+4 sisteminin tek olumluluğu, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarması olmuştu. Ne
var ki, 12 yıl zorunlu eğitimin, bilinçli olarak kademelendirilmesi, zorunlu
eğitimi işin başında zorunlu olmaktan çıkarmıştı. Onca yıl sonra, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK)
“Ulusal Eğitim İstatistikleri 2024” raporuna göre 25 yaş ve üzeri nüfusun ortalama
eğitim süresi, 9,5 yıl olduğu belirlendi. Bunun anlamı, 4+4+4 sisteminin
getirdiği 12 yıllık zorunlu eğitimin, pek te zorunlu olmadığıdır.
Şimdi ise 4+4+4 nezdinde, zorunlu eğitim süresi
tartışmaya açıldı. "Türk Eğitim Sistemi ve Zorunlu Eğitimin Yansımaları"
isimli bir çalıştay düzenleyen, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği, Maarif
Platformu ve Medeniyet Enstitüsü'nün hazırladığı bir rapor paylaşıldı. Bu
raporda, liselerin zorunlu olmaktan çıkarılmasına giden yolun; kabul üretme taşlarının
döşenmeye çalışıldığı görülüyor. 12 yıllık zorunlu eğitimi bir dayatma olarak değerlendiren
raporda; lise eğitiminin zorunlu olarak,
zorunlu üniversite algısı doğurmasından söz ediliyor. Ders başarısızlığının,
düzensizliğin, disiplin sorunlarının, suistimallerin ve kalite düşüklüğünün
nedeni, zorunlu eğitim olarak sunuluyor. Gençlerin erken yaşta yuva
kurmalarının önünde bir engel teşkil ettiği belirtiliyor ve “Zorunlu eğitimin
süresinin esnetilmesi hatta ilkokul dışı diğer kademelerde zorunluluğun
kaldırılması için gereken adımlar atılmalıdır.”
Ne var ki rapordaki, liseleri zorunlu eğitim
kapsamından çıkarma ya da süresinin daraltılması ve giderek; “ilkokul dışı
diğer kademelerde zorunluluğun kaldırılması”na yönelik tüm gerekçeler; asıl
gerekçeyi gözlerden gizlemeye hizmet ediyor. Asıl gerekçeyi ise, Milli Eğitim Bakan
ifade etmiştir. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, bir gazetecinin "12
yıllık eğitimin bu sistemde bazı sorunları olduğunu düşünüyor musunuz?"
sorusuna, "Bizim açımızdan sorun yok ancak sahada bu konuda
rahatsızlıklarını dile getiren iş dünyası gibi bazı kesimler var. Ara eleman
temininde güçlük çektiklerini söylüyorlar. Bakanlık olarak hali hazırda böyle
bir çalışmanın içinde değiliz, biz sadece izliyoruz bu çalışmaları" diyor.
Bakan, böyle bir hazırlıklarının olmadığını söylese de, çocuk işçiliğine katkı
olabilecek bir değişim sürecinin başlamış olduğu görünüyor. Zira sermayenin ara
eleman ihtiyacı ve bu yönde, sistemde değişim talepleri; değişimin
zorunluluğunu dayatıyor.
Kuşkusuz kapitalist toplumda, kapitalist sınıf
çıkarına olarak şekillendirilen bir eğitim pratiğinde şaşılacak bir yan yoktur.
Zira kapitalist ideolojiye maruz kalmış, sistemi sorgusuz kabullenen; otoriteye
saygılı, dakik, çalışkan, değişen üretim ve üretim koşullarına uyum sağlayan
bireyler, ucuz emek gücü olarak bu sistemin ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç, her zaman emekçi
çocukları arasından devşirilir ve emekçi çocukları, kapitalist sistemin yeniden
üretilmesinde, artı değer üretme makineleri olarak görülür. Emekçi çocuklarına
sunulan eğitimin neliği de bu çerçevede belirlenir. Daha fazlası değil.
Daha fazlası mücadelenin konusudur. Kapitalist
sınıfın çıkarı değil ama bütün bir toplumun yararı olan, çocuğun çok yönlü gelişimini
sağlayan, soran sorgulayan, bilimsel anlayışla donanmış bireyler yetiştirmenin
aracı olan eğitim, sınıf mücadelesinin konusudur.
Kaynaklar
1.https://ansiklopedi.vkv.org.tr/Kategoriler/Projeler/Egitim/Meslek-Lisesi-Memleket-Meselesi-(MLMM)-Projesi
2.https://www.maarifplatformu.com/turk-egitim-sistemi-ve-zorunlu-egitimin-yansimalari-calistay-raporu/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder