23 Eylül 2014 Salı

GELİRLER VE KAYNAKLARI - Üçlü Formül

Marx’a göre, “dış görünüş ile şeylerin özü, eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.“K-3-718 Dolayısıyla, günlük yaşantıdaki görüngülerden yola çıkarak, iktisadi tahliller yapmak yanlış teorilere götürür. Marx, bu bölümde gelirler ve onların kaynakları görünenine değiniyor.

Sermaye - kâr, toprak - rant ve emekte ücret… “işte” diyor Marx, “toplumsal üretim sürecinin tüm gizemini kapsayan üçlü formül.”K-3-715 Buna göre, sermaye ile kâr, toprakla rant, emekle de ücret elde ediliyor görünmektedir. Yani kâr, rant, ücret olmak üzere üç tür gelir ve bunlara kaynaklık eden, sermaye, toprak, emek olmak üzere üç üretim kaynağı… Ayrıca kâr daha önceden gösterildiği üzere, faiz ve girişim kârına ayrıldığında, kâr sermayeden bağımsız, ücret (yönetim ücreti) göründüğü için, dışarıda tutulur ve elde faiz kalır. Yani kârın yerine faiz ikame edilmiş olur. Şimdi üçlü formül kendisini sermaye - faiz, toprak - toprak rantı, emek - ücretler olarak gösterir.

Marx’a göre bu kaynaklar, sözde kaynaklardır ve birbirinden farklı alanlara aittir. Dolayısıyla aralarında hiçbir benzeşme yoktur. Öyle ki, “aralarındaki ilişki, avukatlık ücreti ile, kırmızı pancar ve müzik arasındaki ilişki gibidir. “K-3-715 Lakin gelirin bu şekilde sınıflandırılması ve kaynakları iktisatçılarca hep kullanılagelmiştir.

Sermaye, toprak, emek!” tümcesini kurduktan sonra Marx, kaynaklar denilen üçlü görüngüye ve onların hayali durumlarına kısaca değiniyor. 

Sermayeyi ele aldığı paragraftan uzun bir alıntı yapalım. Zira sermayenin neliğini çok iyi ifade etmektedir. “sermaye, bir nesne değil, toplumun belli bir tarihsel oluşumuna ait bulunan belli bir toplumsal üretim ilişkisidir ve, bir nesnede kendisini ortaya koyarak bu şeye belirli bir toplumsal nitelik kazandırır. Sermaye, maddi ve üretilmiş üretim araçları toplamı değildir. Sermaye, daha çok, sermayeye dönüştürülmüş üretim araçlarıdır ve tıpkı altın ya da gümüşün bizatihi para olmaması gibi, bunlar da bizatihi sermaye değillerdir. Sermaye, toplumun belli bir kesiminin tekeline aldığı üretim araçlarıdır ve canlı emek-gücünün karşısına, bu emek-gücünden soyutlanmış ve sermayedeki bu zıtlık yoluyla kişileşmiş ürünler ve iş koşulları olarak çıkar.”K-716 Demek ki sermaye, her hangi bir nesne değil, üretim aracı da değildir. Sermaye bir üretim ilişkisidir ve her hangi bir nesneye, üretim araçlarına toplumsal nitelik kazandırır.  Yani üretim araçları belli üretim ilişkisi içerisinde sermaye biçimini alır. 

Kendisi bütün vahşiliğiyle inorganik doğa olan toprak, değer yaratmadığı gibi artı değer de yaratmaz. Toprak üretimde, yani değer yaratma sürecinde bir öge olarak yer alır. Toprağın verimliliği, belirli miktar emeğin, toprağın üretkenliğine bağlı olarak belirli miktar ürün sağlamaktan başka bir sonuç üretmez. Toprağın verimlilik farkı ve bu verimlilik farkından dolayı, emek üretkenliği oluşan fark, farklı miktarlarda ürün ortaya koyar ve farklı bireysel değerlere yol açar. Buradan incelenen, ranta varış söz konusudur.

Emek ise, bir soyutlama, tek başına alındığında varlığı bile olmayan, insanın inorganik doğayla alışverişini sağlayan üretken faaliyeti, toplumlardan bağımsız "yaşam belirtisi ve yaşam olumlaması."dır. K-3-716 Böylece emek düpedüz bir hayalettir. 

O halde vülger ekonomi politikçilerin dayandıkları üçlü formül olan; toprak-rant, sermaye-faiz, emek-ücretlerin bileşimi, bunların bir araya getirilişi olanaksızdır. Olanaksızlığı bir yana, rant, faiz ve ücretin farklı kaynaklardan doğduğu düşüncesi yanlıştır ve Marx, bu görüngüyü aralayarak bütün bunların artı değerin biçimleri olduğu ve tek kaynaktan geldiğini gösteriyor.

Marx devamla bütün toplumlarda üretimin artması için artı emeğin gerekliliğine değiniyor. Daha öncede gördüğümüz gibi sermaye, üretim sürecinde, işçilerden belirli miktarda artı emek sızdırır. Sermaye bu artı emeği, ya da artı değeri eş değerini vermeden sızdırır. Artı emek gereksinmelerin ötesinde, harcanan emek olarak daima olmak zorundadır. Bu artı emek, kapitalizmden önceki biçimlere göre emeğin verimliliğiyle daha da artmaktadır. Aynı emek zamanda, daha fazla kullanım değeri üretilmektedir. Demek ki, toplumun serveti, emeğin üretkenliği ile giderek artmaktadır.

Marx, emek üretkenliğinin artışıyla birlikte, toplumun üretmeye daha az zaman ayıracağı düşüncesiyle, özgürlük zorunluluk ilişkisini açıklamaktadır. Marx’ın özgürlük ve zorunluluk ilişkisini ifade eden uzunca bir alıntıyı buraya koyalım Zira bu pasaj Marx’ın bir ütopyacı olmadığını ortaya koyan bir örnek teşkil ediyor. Gerçekte özgürlük alemi ancak, emeğin zorunluluk ve günlük kaygılarla belirlendiği alanın bittiği yerde fiilen başlamış olur; demek ki bu alem, eşyanın doğası gereği, fiili maddi üretim alanının ötesinde bulunur. Tıpkı vahşi insanın, gereksinmelerini karşılamak, yaşamını sürdürmek ve yeniden-üretmek için doğayla boğuşmak zorunda olması gibi, uygar insan da aynı zorunluluk içerisindedir ve bunu da bütün toplumsal biçimlenişler içerisinde, akla gelen her türden üretim tarzları altında yapmak durumundadır. İnsanın gelişmesiyle birlikte, duyduğu gereksinmeler artacağı için bu fiziksel gereksinmeler alanı da genişler, ama aynı zamanda da, bu gereksinmeleri karşılayan üretici güçler de artar. Bu alanda özgürlük ancak doğanın kör güçlerinin önüne katılmak yerine, doğayla olan karşılıklı ilişkilerini rasyonel bir biçimde düzenleyen ve doğayı ortak bir denetim altına sokan toplumsal insan, ortaklaşa üreticiler tarafından gerçekleştirilebilir; ve bu, en az enerji harcamasıyla ve insan doğasına en uygun ve en layık koşullar altında başarılır. Ama gene de bu, bir zorunluluk alemi olmakta devam eder. Gerçek özgürlük alemi, kendi başına bir amaç olarak insan enerjisinin gelişmesi, bunun ötesinde başlar; ama bu da ancak temelindeki bu zorunluluklar alemi ile serpilip gelişebilir. İşgününün kısaltılması onun temel önkoşuludur.”K-3-720

Kapitalist toplumda üretim süreci sonunda bu artı ürün ya da artı değer ortaya çıkar. Bu artı, kapitalistler arasında sermayeleri oranınca bölüşülür. Kapitalist biçim içerisinde artı değer sermayenin payına düşen bir kâr olarak görünür ve bu kâr, girişim kârı ve faiz adı altında farklı türden kapitalistler eline geçebilir. Ne var ki, artı değerin kapitalistler arasında bölüşümü, toprak mülkiyetinin sınırlamasıyla karşılaşır. Toprak sahibi bu artı değer ya da ürünün bir kısmını, daha önce üzerinde durulan yasalar gereğince, kapitalistten rant biçiminde sızdırır. Demek ki, sermaye artı değerde, artı üründe temsil edilen artı emeği doğrudan işçilerden sızdırır. Toprak sahibi, bu sahipliğiyle (toprak sahibinin fiili üretimle hiçbir ilgisi yoktur) bu artı emekten rant biçiminde bir kısmını alır. Kalan artı emek, kapitalistler arasında girişimci kârı ve faiz biçiminde sahiplenilir. Demek ki artı emek, kâr (faiz -girişimci kârı) ve rant olarak sahiplenilir. En sonu işçide kendi emek gücünün satıcısı olarak, ürünün bir kısmını ücret olarak alır. İşçinin emeğinin gerekli emek dediğimiz bu kısmı, emek gücünün yeniden üretimi için gerekli emek olarak ortaya çıkar. 

Bu ilişkilerde” diyor Marx,” başka yönlerden ne gibi tutarsızlık olursa olsun, hepsinde şu ortaktır. Sermaye, kapitaliste her yıl bir kâr, toprak- toprak sahibine her yıl bir toprak rantı ve emek-gücü, normal koşullar altında ve yararlı emek-gücü olarak kaldığı sürece emekçiye bir ücret sağlar.” K-3-721 Yıllık toplam değerin bu üç kısmı sahiplerince tüketilebilir. Bu durumda sermaye kapitaliste; toprak, toprak sahibine, emek, işçiye; kendi özgül gelirlerinin farklı üç kaynağı olarak görünür. Yani meyve veren üç ayrı ağaç gibi görünür. 

Marx devamla artı değer sömürüsünden, görüngüdeki üçlü formüle doğru yol alıyor. Öyle ki, kapitalist ilişkilerde sömürünün nasıl gizlendiğini, görünmez kılındığını ortaya koyuyor. Böylece sermaye -faiz, toprak -rant, emek -ücretler formüllerinde, değerin ve genellikle servetin öğeleriyle kaynakları arasındaki iç bağıntı olarak gösterilen, bu ekonomik üçlü formülde, “kapitalist üretim tarzının tam bir gizem haline getirilişini, toplumsal ilişkilerin şeylere çevrilmesini, maddi üretim ilişkilerinin, bunların tarihsel ve toplumsal belirlenişleriyle doğrudan birleştirilmesini görüyoruz.”K-3-728 Şimdi burası, bay sermaye ile bayan toprağın, hem toplumsal kişi hem de şeyler olarak gulyabani gezisine çıktıkları; büyülü, çarpıtılmış, tepetaklak edilmiş bir alemdir. Fakat bu görüngüyü klasik iktisat dağıtmıştır, klasik iktisadın en büyük erdemi de budur. “O, bunu, faizi kârın bir kısmına, rantı ortalama kârın üzerindeki fazlalığa indirgeyip, böylece her ikisini de artı-değerde birleştirerek; ve dolaşım sürecini sırf biçimlerin başkalaşımı olarak göstererek, ve en sonu, metaların değerini ve artı-değerini, doğrudan üretim sürecindeki emeğe indirgeyerek yapmıştır.”K-3-729 Ne var ki klasik iktisadın en iyi sözcüleri bile kendi dağıttıkları bu hayal perdesinden kurtulamamış, yanılgı ve çelişkiye düşmekten kurtulamamışlardır.

Marx’a göre “bu formüller, kendi gelir kaynaklarının fiziksel zorunluluğunu ve ebedi haklılığını ilan ettiği ve bunları bir dogma düzeyine yükselttiği için, aynı zamanda egemen sınıfların çıkarlarına da denk düşer.“K-3-729

Son olarak Marx, kapitalizm öncesi biçimlerde bu gizemleştirmenin olmadığına değiniyor. Eşyanın doğası gereği, önce kullanım değeri ve yalın kişisel gereksinmelerinin üretiminin egemen olduğu; ikinci olarak ta, kölelik ya da serfliğin, antik ve ortaçağlarda olduğu gibi, toplumsal üretimin geniş temellerini oluşturduğu yerlerde bu gizemleştirme olmamıştı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder