Marx’a göre, “dış görünüş ile şeylerin özü, eğer doğrudan
doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.“K-3-718 Dolayısıyla, günlük
yaşantıdaki görüngülerden yola çıkarak, iktisadi tahliller yapmak yanlış
teorilere götürür. Marx, bu bölümde gelirler ve onların kaynakları görünenine
değiniyor.
Sermaye - kâr, toprak - rant ve emekte ücret… “işte” diyor Marx, “toplumsal üretim sürecinin tüm gizemini kapsayan üçlü formül.”K-3-715 Buna göre, sermaye ile kâr, toprakla rant, emekle de ücret elde ediliyor görünmektedir. Yani kâr, rant, ücret olmak üzere üç tür gelir ve bunlara kaynaklık eden, sermaye, toprak, emek olmak üzere üç üretim kaynağı… Ayrıca kâr daha önceden gösterildiği üzere, faiz ve girişim kârına ayrıldığında, kâr sermayeden bağımsız, ücret (yönetim ücreti) göründüğü için, dışarıda tutulur ve elde faiz kalır. Yani kârın yerine faiz ikame edilmiş olur. Şimdi üçlü formül kendisini sermaye - faiz, toprak - toprak rantı, emek - ücretler olarak gösterir.
Marx’a göre bu kaynaklar, sözde kaynaklardır ve birbirinden farklı alanlara aittir. Dolayısıyla aralarında hiçbir benzeşme yoktur. Öyle ki, “aralarındaki ilişki, avukatlık ücreti ile, kırmızı pancar ve müzik arasındaki ilişki gibidir. “K-3-715 Lakin gelirin bu şekilde sınıflandırılması ve kaynakları iktisatçılarca hep kullanılagelmiştir.
“Sermaye, toprak, emek!” tümcesini kurduktan sonra Marx,
kaynaklar denilen üçlü görüngüye ve onların hayali durumlarına kısaca değiniyor.
Sermayeyi ele aldığı paragraftan uzun bir alıntı yapalım.
Zira sermayenin neliğini çok iyi ifade etmektedir. “sermaye, bir nesne değil, toplumun belli bir tarihsel oluşumuna ait
bulunan belli bir toplumsal üretim ilişkisidir ve, bir nesnede kendisini ortaya
koyarak bu şeye belirli bir toplumsal nitelik kazandırır. Sermaye, maddi ve
üretilmiş üretim araçları toplamı değildir. Sermaye, daha çok, sermayeye
dönüştürülmüş üretim araçlarıdır ve tıpkı altın ya da gümüşün bizatihi para
olmaması gibi, bunlar da bizatihi sermaye değillerdir. Sermaye, toplumun belli
bir kesiminin tekeline aldığı üretim araçlarıdır ve canlı emek-gücünün
karşısına, bu emek-gücünden soyutlanmış ve sermayedeki bu zıtlık yoluyla
kişileşmiş ürünler ve iş koşulları olarak çıkar.”K-716 Demek ki sermaye, her
hangi bir nesne değil, üretim aracı da değildir. Sermaye bir üretim ilişkisidir
ve her hangi bir nesneye, üretim araçlarına toplumsal nitelik kazandırır. Yani üretim araçları belli üretim ilişkisi
içerisinde sermaye biçimini alır.
Kendisi bütün vahşiliğiyle inorganik doğa olan toprak, değer yaratmadığı gibi artı değer de yaratmaz. Toprak üretimde, yani değer yaratma sürecinde bir öge olarak yer alır. Toprağın verimliliği, belirli miktar emeğin, toprağın üretkenliğine bağlı olarak belirli miktar ürün sağlamaktan başka bir sonuç üretmez. Toprağın verimlilik farkı ve bu verimlilik farkından dolayı,
emek üretkenliği oluşan fark, farklı miktarlarda ürün ortaya koyar ve farklı
bireysel değerlere yol açar. Buradan incelenen, ranta varış söz konusudur.
Emek ise, bir soyutlama, tek başına alındığında varlığı
bile olmayan, insanın inorganik doğayla alışverişini sağlayan üretken faaliyeti, toplumlardan bağımsız "yaşam belirtisi ve yaşam olumlaması."dır. K-3-716 Böylece emek
düpedüz bir hayalettir.
O halde vülger ekonomi politikçilerin dayandıkları üçlü formül olan; toprak-rant, sermaye-faiz, emek-ücretlerin bileşimi, bunların bir araya getirilişi olanaksızdır. Olanaksızlığı bir yana, rant, faiz ve ücretin farklı kaynaklardan doğduğu düşüncesi yanlıştır ve Marx, bu görüngüyü aralayarak bütün bunların artı değerin biçimleri olduğu ve tek kaynaktan geldiğini gösteriyor.
Marx devamla bütün toplumlarda üretimin artması için artı
emeğin gerekliliğine değiniyor. Daha öncede gördüğümüz gibi sermaye, üretim
sürecinde, işçilerden belirli miktarda artı emek sızdırır. Sermaye bu artı
emeği, ya da artı değeri eş değerini vermeden sızdırır. Artı emek
gereksinmelerin ötesinde, harcanan emek olarak daima olmak zorundadır. Bu artı
emek, kapitalizmden önceki biçimlere göre emeğin verimliliğiyle daha da artmaktadır.
Aynı emek zamanda, daha fazla kullanım değeri üretilmektedir. Demek ki, toplumun
serveti, emeğin üretkenliği ile giderek artmaktadır.
Marx, emek üretkenliğinin artışıyla birlikte, toplumun
üretmeye daha az zaman ayıracağı düşüncesiyle, özgürlük zorunluluk ilişkisini
açıklamaktadır. Marx’ın özgürlük ve zorunluluk ilişkisini ifade eden uzunca bir
alıntıyı buraya koyalım Zira bu pasaj Marx’ın bir ütopyacı olmadığını ortaya
koyan bir örnek teşkil ediyor. “Gerçekte
özgürlük alemi ancak, emeğin zorunluluk ve günlük kaygılarla belirlendiği
alanın bittiği yerde fiilen başlamış olur; demek ki bu alem, eşyanın doğası
gereği, fiili maddi üretim alanının ötesinde bulunur. Tıpkı vahşi insanın,
gereksinmelerini karşılamak, yaşamını sürdürmek ve yeniden-üretmek için doğayla
boğuşmak zorunda olması gibi, uygar insan da aynı zorunluluk içerisindedir ve
bunu da bütün toplumsal biçimlenişler içerisinde, akla gelen her türden üretim tarzları
altında yapmak durumundadır. İnsanın gelişmesiyle birlikte, duyduğu
gereksinmeler artacağı için bu fiziksel gereksinmeler alanı da genişler, ama
aynı zamanda da, bu gereksinmeleri karşılayan üretici güçler de artar. Bu
alanda özgürlük ancak doğanın kör güçlerinin önüne katılmak yerine, doğayla
olan karşılıklı ilişkilerini rasyonel bir biçimde düzenleyen ve doğayı ortak
bir denetim altına sokan toplumsal insan, ortaklaşa üreticiler tarafından
gerçekleştirilebilir; ve bu, en az enerji harcamasıyla ve insan doğasına en
uygun ve en layık koşullar altında başarılır. Ama gene de bu, bir zorunluluk
alemi olmakta devam eder. Gerçek özgürlük alemi, kendi başına bir amaç olarak
insan enerjisinin gelişmesi, bunun ötesinde başlar; ama bu da ancak temelindeki
bu zorunluluklar alemi ile serpilip gelişebilir. İşgününün kısaltılması onun
temel önkoşuludur.”K-3-720
Kapitalist toplumda üretim süreci sonunda bu artı ürün ya
da artı değer ortaya çıkar. Bu artı, kapitalistler arasında sermayeleri
oranınca bölüşülür. Kapitalist biçim içerisinde artı değer sermayenin payına düşen
bir kâr olarak görünür ve bu kâr, girişim kârı ve faiz adı altında farklı
türden kapitalistler eline geçebilir. Ne var ki, artı değerin kapitalistler
arasında bölüşümü, toprak mülkiyetinin sınırlamasıyla karşılaşır. Toprak sahibi
bu artı değer ya da ürünün bir kısmını, daha önce üzerinde durulan yasalar
gereğince, kapitalistten rant biçiminde sızdırır. Demek ki, sermaye artı
değerde, artı üründe temsil edilen artı emeği doğrudan işçilerden sızdırır.
Toprak sahibi, bu sahipliğiyle (toprak sahibinin fiili üretimle hiçbir ilgisi
yoktur) bu artı emekten rant biçiminde bir kısmını alır. Kalan artı emek,
kapitalistler arasında girişimci kârı ve faiz biçiminde sahiplenilir. Demek ki
artı emek, kâr (faiz -girişimci kârı) ve rant olarak sahiplenilir. En sonu
işçide kendi emek gücünün satıcısı olarak, ürünün bir kısmını ücret olarak
alır. İşçinin emeğinin gerekli emek dediğimiz bu kısmı, emek gücünün yeniden
üretimi için gerekli emek olarak ortaya çıkar.
“Bu ilişkilerde” diyor Marx,” başka yönlerden ne gibi
tutarsızlık olursa olsun, hepsinde şu ortaktır. Sermaye, kapitaliste her yıl
bir kâr, toprak- toprak sahibine her yıl bir toprak rantı ve emek-gücü, normal
koşullar altında ve yararlı emek-gücü olarak kaldığı sürece emekçiye bir ücret
sağlar.” K-3-721 Yıllık toplam değerin bu üç kısmı sahiplerince tüketilebilir.
Bu durumda sermaye kapitaliste; toprak, toprak sahibine, emek, işçiye; kendi
özgül gelirlerinin farklı üç kaynağı olarak görünür. Yani meyve veren üç ayrı
ağaç gibi görünür.
Marx devamla artı değer sömürüsünden, görüngüdeki üçlü
formüle doğru yol alıyor. Öyle ki, kapitalist ilişkilerde sömürünün nasıl
gizlendiğini, görünmez kılındığını ortaya koyuyor. Böylece sermaye -faiz,
toprak -rant, emek -ücretler formüllerinde, değerin ve genellikle servetin öğeleriyle
kaynakları arasındaki iç bağıntı olarak gösterilen, bu ekonomik üçlü formülde,
“kapitalist üretim tarzının tam bir gizem haline getirilişini, toplumsal
ilişkilerin şeylere çevrilmesini, maddi üretim ilişkilerinin, bunların tarihsel
ve toplumsal belirlenişleriyle doğrudan birleştirilmesini görüyoruz.”K-3-728
Şimdi burası, bay sermaye ile bayan toprağın, hem toplumsal kişi hem de şeyler
olarak gulyabani gezisine çıktıkları; büyülü, çarpıtılmış, tepetaklak edilmiş
bir alemdir. Fakat bu görüngüyü klasik iktisat dağıtmıştır, klasik iktisadın en
büyük erdemi de budur. “O, bunu, faizi kârın bir kısmına, rantı ortalama kârın
üzerindeki fazlalığa indirgeyip, böylece her ikisini de artı-değerde
birleştirerek; ve dolaşım sürecini sırf biçimlerin başkalaşımı olarak
göstererek, ve en sonu, metaların değerini ve artı-değerini, doğrudan üretim
sürecindeki emeğe indirgeyerek yapmıştır.”K-3-729 Ne var ki klasik iktisadın en
iyi sözcüleri bile kendi dağıttıkları bu hayal perdesinden kurtulamamış,
yanılgı ve çelişkiye düşmekten kurtulamamışlardır.
Marx’a göre “bu formüller, kendi gelir kaynaklarının
fiziksel zorunluluğunu ve ebedi haklılığını ilan ettiği ve bunları bir dogma
düzeyine yükselttiği için, aynı zamanda egemen sınıfların çıkarlarına da denk
düşer.“K-3-729
Son olarak Marx, kapitalizm öncesi biçimlerde bu
gizemleştirmenin olmadığına değiniyor. Eşyanın doğası gereği, önce kullanım
değeri ve yalın kişisel gereksinmelerinin üretiminin egemen olduğu; ikinci
olarak ta, kölelik ya da serfliğin, antik ve ortaçağlarda olduğu gibi, toplumsal
üretimin geniş temellerini oluşturduğu yerlerde bu gizemleştirme olmamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder