Marx, metaların ilk bakışta kolayca anlaşılabilir olduğunu, ama tahlili
yapıldığında metafizik inceliklerle, teolojik süslerle dolu olduğunu
belirtiyor. Marx’a göre metalar, kullanım değeri olduğu sürece, onda
anlaşılmayan mistik bir yön yoktur. Çünkü; her meta, kullanım değeri olarak,
bütün toplumlarda olan ve gereksinme gideren bir şeydir. Zira bir
toplum bireyi olarak insanlar, gereksinmelerini gidermek amacıyla toplumsal bir ilişki
içerisindedirler. Bu yolla topluluk ya da toplum olarak, kendilerini sürekli olarak yeniden üretirler, üretmek zorundadırlar. Her üretimde emek, nesnesiyle birleşir ve ona gereksinim gideren bir
biçim verir. Onu her hangi bir amaç için kullanılır hale getirir. Çevremizde gördüğümüz,
üretilmiş nesnelerin bu özellikleri ve yararlılığı gözle görülür apaçıktır.
Dolayısıyla kullanım değeri olarak nesnelerde anlaşılmaz mistik bir yan yoktur.
Öyleyse diyor Marks “metaların mistik özelliği onların kullanım değerinden
doğmuyor” K-1-86
Marx, metaların mistik özelliğinin, onların meta biçimine girmesiyle
ortaya çıktığını, meta biçiminin kendisinden doğduğunu belirtiyor. Meta biçim,
ürünün değişim için üretimidir. Buna değişim ilişkisi de
denilebilir ve bu ilişki, pazarda kurulan bir ilişkidir. Ürünler, bireyin ya da grubun kendi ihtiyacını gidermek için değil, toplumsal işbölümü
çerçevesinde başkası için yapılan üretimdir. Pazara gelen her meta, bir başkası için
üretilmiştir ve değişim amaçlı olarak orada bulunurlar.
Pazara gelen metalar, A ya da B özel (kunduracı, dokumacı, fırıncı vb.) emeği olarak
değil, her birinde ortak olan emek gücü (soyut emek) harcanma niteliği ile
karşı karşıyadırlar. Yine metalar, kendilerine harcanan emeğin eşitliği ile
karşı karşıya gelirler. Aksi halde değişilmezlerdi. Emek gücü harcama süresi,
bu emek ürünlerinin niceliği biçimini alır. Şu kadar A metası, bu
kadar B metası ile değişilir. Farklı oranlarda değişilen metalarda eşit olan
şey, emek zamanlarıdır. Bu onların toplumsal niteliğidir. Demek ki ürünler
karşı karşıya geldiğinde, bu toplumsal nitelikleriyle bulunur ve ilişkiye
geçerler. Birbirleri gözünde, türdeş soyut insan emeğidirler. Birbirlerini şu
kadar ya da bu kadar emek zaman olarak görürler. Bu ilişkide insan,
saf dışı edilmiş görünür. İnsanların, kendilerinin yaratmış olduğu
ürünler, insanlardan bağımsız olarak kendi aralarında değerler olarak ilişkide
görünürler. “ Demek ki,” diyor Marx, “ metaın gizemli bir şey
olmasının basit nedeni, onun içinde insan emeğinin toplumsal niteliği, insana,
bu emeğin ürününe nesnel bir nitelik damgalamış olarak görünmesine
dayanmaktadır; üreticilerin kendi toplam emek ürünleri ile ilişkileri, onlarla
kendi aralarında bir ilişki olarak değil de, emek ürünleri arasında kurulan
toplumsal bir ilişki olarak görünmesindedir.”K-1-87 Metalar arasındaki ilişki,
onların fiziksel özelliklerinin (bir gereksinmeyi gideren olması) dışında bir
ilişkidir. Bu ilişki, değer ilişkisidir ve toplumsal bir ilişkidir.
Maddilikleri ile ilişki içerisinde değillerdir. Eğer öyle olsalardı, değişim
amacıyla karşı karşıya gelmeyeceklerdi, meta da olmayacaklardı. İnsanlar arasında kurulan ilişki, meta
ilişkisine bürünmeyecekti. Bu görüngüyü veren neden, onların
toplumsal biçimleriyle, değer olarak karşı karşıya gelmeleridir. Bu onların
toplumsal nitelikleridir. Marx, “Emek ürünlerine, meta olarak üretildikleri
anda yapışıveren ve bu nedenle, meta üretiminden ayrılması olanaksız olan şeye,
ben, Fetişizm diyorum.” diyerek, fetişizmin kökenini, emeğin toplumsal
niteliğinde görür. Yani; üretildikleri zaman, şu ya da bu gereksinmeyi gideren
değil, bir meta olarak, şu ya da bu kadar emek zamana mal olmuştur. Şu ya da bu
kadar değerdedir damgası…
Her birey ya da birey grubu, meta üretimi toplumunda, birbirinden bağımsız
hareket ederler. Bireyler ya da gruplar, üretim sürecinde toplumsal bir ilişki
olarak karşı karşıya gelmezler. Aralarında toplumsal bir ilişki kurmazlar.
Onların üretim sürecinde yaptığı şey, birbirlerinden bağımsız üretimde
bulunmalarıdır. Üreticiler arasında toplumsal ilişki ancak değişim
alanında kurulur. “Üreticiler ürünlerini değişinceye kadar, birbirleri ile
toplumsal temasa gelmedikleri için, her üreticinin emeğinin özgül toplumsal
niteliği, kendisini ancak değişim işinde ortaya koyar. Başka bir deyişle,
bireyin emeği, toplum emeğinin bir parçası olarak, kendisini, ancak, doğrudan
doğruya ürünler arasında, ve dolaylı olarak bunlar aracılığıyla üreticiler
arasında kurulmuş olan değişim eylemi olan ilişkiler aracılığıyla açığa
vurur.”K-1-88 Demek ki üreticiler, ürünlerini pazara götürüp, değişim
ilişkisine girmediklerinde, birbirleriyle toplumsal bir ilişkiye giremezler.
Farklı üretim kollarındaki üreticilerin, birbirleriyle ilişkileri yoktur. Ancak
ürünler, değişim amacıyla karşı karşıya geldiğinde bir toplumsal ilişkiden söz
edilir. Ne var ki, bu ilişki, metalar arasındaki bir ilişki olarak görünür.
“Bunun için, bir bireyin emeğini öteki üreticilerin emeklerine bağlayan
ilişkiler, üreticilere, aslında olduğu gibi, çalışan bireyler arasında doğrudan
toplumsal bir ilişki olarak değil, tersine, kişiler arasında maddi ilişkiler ve
şeyler arasında toplumsal ilişkiler olarak görünür.” Üreticilerin emeklerini,
birbirine bağlayan ilişkiler (emeğin toplumsallığı) üreticilere, toplumsal bir
ilişki olarak görünmez. Aksine, kişiler arasında maddi ilişkiler, yani;
üreticilerin üretim Araçlarıyla, geçim nesneleriyle ilişkisi olarak görünür.
Metalar arasında ise, toplumsal ilişkiler olarak görünür. Değişilmeleri
sayesinde, toplumsal ilişkiyi kuranlar, metalar olarak görünür.
Bir ürün üretilirken, değer olması dikkate alınır. Zira değişim eylemiyle,
ürün toplumsal bir niteliği olduğunu belirtir. O hem yararlı bir şey olduğunu
tanıtlamıştır, hem de bir değer olduğunu ispatlamıştır. Artık üretici açısından
o, bir değer olarak üretilmeye başlar. Üretimleri sürecinde değer olarak
görülür. “Bu andan itibaren üreticinin kişisel emeği iki yönlü toplumsal
niteliğe bürünür.”K-1-88 diyor Marx. Bir yanda o, artık toplum için
yararlı ve gerekli olmalıdır. Toplumsal iş bölümünün bir parçası olarak
üretilmelidir. Çünkü; toplum için yararlı olmayan pazarda alıcı bulamaz. Bu
durumda ona harcanan emek gereksiz olmuş olur. Diğer taraftan da,
her bireyin yararlı emeği, diğerlerinin yararlı emeğiyle eşitlenir. Yani türdeş
insan emek gücüne indirgenir. Bu iki yönlü toplumsal nitelik, üreticiye
pratikte yansır. Üretici, metasını başkasının ihtiyacı olanı, başkasına yararlı olanı üretmek
durumundadır. Ancak o zaman o, değişime girebilir ve değer olarak
gerçekleşebilir.
“ Demek ki” diyor Marx, “emek ürünlerini değer olarak birbirleriyle
ilişki içerisine sokmamızın nedeni, bu mallarda türdeş insan emeğinin maddi
halde birikmesini görmemiz değildir. Tam tersine: farklı ürünlerimizi değişimle
değer olarak eşitlediğimiz zaman, bu davranışımızla, aynı zamanda, biz, bunlara
harcanan farklı türden emekleri de, insan emeği olarak eşitlemiş oluyoruz.
Bunun farkında olmayız, ama gene de yaparız.”K-1-89 Yani biz emek ürünlerini
değer olarak ilişki sokma nedenimiz, mallarda türdeş insan emeği maddi
birikmesini görmemiz değildir. Bütün emeklerin eşit olması gereği, bizim onu
öyle gördüğümüz anlamına gelmez. Biz emeği değiştirdiğimizde, eşitlediğimizde
farklı türde emeği de eşitlemiş oluruz. Biz bunu görmesek te pratikte
yaparız.
Marx devamla, diğer toplum biçimlerinde (meta üretimi olmayan meta
üretiminin belirleyici olmadığı) emek ürünlerinin, hayali biçime bürünmediğini
anlatıyor. “Metaların bütün gizemi ve emek ürünlerinin metalar biçimini aldığı
anda çevresini saran büyü ve sihir, öteki üretim biçimlerine geçer geçmez, bu
yüzden yok olur.”K-1-91 Robinson Crusoe örneğiyle düşüncesini destekliyor.
Crusoe, kendi yapacağı işi bölümlediğinde, önem sırasına göre, hangi işe ne
kadar zaman ayıracağını planlar. Onun için söz konusu olan işin kendisi için
yararlılığıdır. Serf - senyör ilişkisinde de ürünler hayali biçime bürünmez. Bu
ilişkide kişisel bağımlılık vardır. Serf toprak dolayımıyla senyöre bağımlıdır. Serf
senyör ilişkisinde, serf, senyör hizmetinde harcadığı emek gücünün, belirli
niceliği olduğunu bilebilir. Burada bireyler arası ilişkiler, kendi karşılıklı
ilişkileri olarak görünür. Emek ürünleri, kendi aralarında bir toplumsal ilişki
kılığına bürünmez. Ürünler genellikle metalar değildir. Yine işlerini, ortak
üretim araçlarıyla yürüten özgür toplulukta, emek ürünleri hayali anlaşılmaz bir biçime
bürünmez. Bu toplulukta, üreticilerin emek güçleri, topluluğun birleşik gücü
olarak görünür. Zira değişim amaçlı bir meta üretimi yoktur. Toplum, kendi ihtiyacına göre
üretir. Ürünler fetişist bir karaktere bürünmez.
Ama; genelleşmiş meta üretiminin olduğu kapitalist toplumda, meta
üretimi olmadan üretim olmaz. Bu sistemde, üretim ürünün yararlılığı amacıyla,
toplumun gereksinimin karşılanması amacıyla üretilmez. Ürünün yararlılığı, bir
gereksinmeyi gideriyor oluşu kapitalisti ilgilendirmez. Onun ilgilendiği meta
üretimidir, amacı da soyut emeğin ortaya koyduğu değere ulaşmaktır. Bunun yolu
da değişimden geçmektir. Zira değer, değişim sürecinde açığa çıkar. Değişim
süreci ise değer ilişkisidir. Burada metalar birbirleriyle ilişki
içerisindedir. “Metaların dili olsaydı şöyle derlerdi: kullanım-değerimiz
insanları ilgilendirebilir. Nesne olarak o bizim bir parçamız değildir. Nesne
olarak bize ait olan şey değerimizdir. Meta olarak doğal ilişkilerimiz bunu
tanıtlar. Birbirimizin gözünde, değişim-değerinden başka bir şey
değiliz.”K-1-98 Metalar değer nitelikleriyle bağımsızlaşır, süreci onlar
yönetir. Görüngü budur. Bu görüngünün aralanması ve
gerçekliğin görünür hale getirilebilmesi için, bilimsel bir çaba gerekir.
Marx’ın yaptığı da budur.
Marx, meta üretiminin genelleştiği kapitalist üretim biçiminde; bu mistik
havanın dağıtılamayacağını belirtiyor. Çünkü; bu gizemli durum, meta üretiminin
kendisinden doğuyor. Dolayısıyla, meta üretimi ortadan kaldırılmak
durumundadır. Bunun anlamı; değişim ilişkisinin ortadan kaldırılmasıdır. Diğer
bir deyişle de değer ilişkisinin kaldırılmasıdır. Marx’ın ilgili paragrafı
şöyledir: “Maddi üretim sürecine dayanan toplumun yaşam süreci, kendisini saran
mistik tülü, üretimin, serbestçe bir araya gelen insanlar tarafından ve
saptanmış bir plana uygun olarak bilinçli bir biçimde düzenlenmesi
sağlanmadıkça, soyulup atılamaz. Ne var ki bu da toplum için, belli bir maddi
temeli, ya da kendileri de uzun ve zahmetli bir gelişme sürecinin kendiliğinden
oluşmuş ürünleri olan bir dizi varoluş koşulunun bulunmasını öngörür.”K-1-95
Bu sayfayı hazırlayan arkadaşa ne kadar teşekkür etsek az. Elinize sağlık.
YanıtlaSil