Marx bu bölümde tüccar tarafından mata almak için
yatırılan sermayenin, yatırdığı değişmeyen sermayesinin ve değişen sermayesinin
durumunu irdeliyor.
Sermayenin dolaşım alanındaki saf işlevleri, yani metadan paraya ve paradan metaya başkalaşım işlevleri, ne değer ne de artı değer yaratır. Bu işlevi, ister sanayi kapitalisti kendisi yerine getirsin, isterse tüccar kapitalisti yerine getirsin hiçbir şey fark etmez. Satın almayla satma işi ne değer ne de artı değer yaratır.
Demek ki, tüccar sermayesi, dolaşımdaki başkalaştırma
işleviyle, ne değer ne de artı değer yaratmaktadır. Değer ve artı değer
yaratmadığı gibi, kendi değerini de ürüne aktaramaz. Ama bütün bunlara karşın,
tüccar sermayesi de, yeniden üretim sürecinin bir evresi olduğu için, çeşitli
üretim alanlarında iş gören sermayeler gibi, yıllık ortalama kârdan payını almalıdır.
Üstelik bu kâr, sanayi sermayesinin ortalama kârı kadar olmalıdır. Aksi
durumda, yani tüccar sermayesinin ortalama karının az olması durumunda, tüccar
sermayesinin bir kısmı, ticari alandan çekilip, sanayi sermayesine çevrilirdi.
Ya da tüccar sermayesinin ortalama daha fazla kâr sağlaması durumunda, sanayi
sermayesinin bir kısmı tüccar sermayesine çevrilirdi.
Demek ki tüccar sermayesi, artı değer yaratmadığı halde, diğer
sermayeler gibi ortalama kârdan, diğer üretken sermayelerin aldığı oranda pay
alacaktır. Başkaca bir seçenek yoktur. Bu durumda tüccar, üretken sermaye
tarafından üretilen artı değerin bir kısmını ortalama kâr olarak cebe indirecektir.
Ama nasıl? Yanıt vermeden önce bir yanılgıya vurgu yapmak gerekir. Bu yanılgı,
metaların üretim fiyatından alınıp, üzerine nominal bir ilavede bulunulup,
üretim fiyatını aşan bir fiyattan satılması ve böylece, satış fiyatı arasındaki
farkın tüccar sermayesi kârı olarak ortaya çıktığı düşüncesidir. Bu ilk anda
görüldüğü biçimiyle, metaların fiyatının keyfi olarak yükseltilmesi yoluyla kâr edilmesidir. Bu görüngü ve yanılgı, ticaret sermayesinin dışarıdan gözlemlenmesinden
kaynaklanır. Bu yanılgı, tüccarın metaları herhangi bir fiyattan alıp, aldığı
fiyattan fazlasına satması, yani aldığı fiyatla sattığı fiyat farkı gerçeğinden
doğar.
Ne var ki, daha yakından bir inceleme, kapitalist
ilişkilerin egemen olduğu durumda, tüccar sermayesinin kârının böyle
gerçekleştirilmediğini gösterir. Eğer kapitalist ilişkilerden söz ediliyorsa,
eğer kapitalist üretimin egemen olduğu var sayılıyorsa, tüccar sermayesi de,
diğer üretken sermayeler gibi, genel kâr oranının oluşmasına katılmalıdır ve kârını genel ortalamadan almalıdır. Dolayısıyla kapitalizmin gelişmesiyle
birlikte “tüccar sermayesi, genel kâr oranını oluşumuna toplam
sermayedeki yeriyle pro rata (orantılı olarak, herkese düşen pay oranında) bir
belirleyici olarak girer.”K-3-252. Böylece, sanayi
sermayesiyle üretim sürecinde yaratılan, artı değerin bir kısmı, kendisi artı
değer yaratmadığı halde, ticaret kârı olarak tüccarın cebine iner. Bu, sanayi
sermayesinin yaratmış olduğu artı değerin, tüccar sermayesinin de katılımıyla, yeniden
dağılımının sağlanması sonucunda gerçekleşir.
Artı değerin,
sanayi sermayesiyle tüccar sermayesi arasında, yeniden dağılımına örnek açıklama
için Marks’ın örneğine bakalım.
Yıl boyunca
yatırılan, toplam sanayi sermayesi, 720s + 180d den
meydana gelmek üzere, 900 (milyon sterlin) olsun. Artı değer oranının, a' = %100 olduğu bir durumda, yıllık toplam ürün
değeri ve ya üretim fiyatı 720s + 180d + 180a =
1080 olur. Bu durumda 900 lük, toplam toplumsal sermaye için kâr oranı =
(180x100) : 900 = % 20 olur. Burada % 20,
ortalama kâr oranıdır. Zira artı değer, ortalama bileşimli toplam toplumsal
sermaye üzerinden hesaplanmıştır. Yani metaların değeriyle üretim fiyatı
özdeştir. Bu durumda üretim fiyatı = 900 (maliyet fiyatı) + 180 (dokuz yüzün %
20’si) =1080 olur.
Burada biz sanayi sermayesi üzerinden ortalama kâra (% 20)ulaştık. Yani her yüz birimlik sanayi sermayesine % 20 kâr düşecektir. Toplam sermayenin sanayi sermayesi arasındaki dağılımı budur.
Ne var ki,
kapitalist ilişkilerin egemen olduğu bir durumda, kâr oranının sadece sanayi
sermayesi üzerinden oluşturulması eksiktir. Şimdi biz, 900 lük sanayi
sermayesine, 100 birimlik bir ticaret sermayesinin de katıldığını varsayalım. Bu
durumda aynı yeniden üretilmiş değer (180 artı değer) daha fazla sermayeye (900
sanayi sermayesi + 100 tüccar sermayesi = 1000) dağılmış olacaktır. Başka bir
deyişle, artı değer yeniden bir dağılıma tabi olacaktır. 100 birimlik tüccar
sermayesinin de katılmasıyla kâr oranı = (180 x 10 ) : 1000 = % 18 olur. Böylece,
sanayi kapitalistlerin tüccarlara satacakları metaların üretim fiyatları düşer.
Yeni durumda üretim fiyatı = 900 + 162 ( dokuz yüzün % 18’i) = 1062 olur. Bu
üretim fiyatı, metaların tüccara satılacağı fiyattır. Sanayi kapitalistleri
tüccarlara bu fiyattan sattıklarında hem maliyetlerini(900) hem de, kendilerine
düşen ortalama kârı (162) almış olurlar.
Şimdi tüccar,
sanayi kapitalistinden 1062 den aldığı (alış fiyatı) metalara, kendilerine
düşen % 18 lik ortalama kârı da ekler. Böylece metaları satacağı fiyat, yani
satış fiyatı = 1062 + 18 = 1080 ortaya çıkar. Görüldüğü üzere, satış fiyatı,
alış fiyatından fazladır. Ama dikkat edilsin, satış fiyatı fiili gerçek değeri
yani üretim fiyatıdır. Tüccarın kârı, satın alma fiyatıyla(1062) satış
fiyatı(1080) arasındaki farktan oluşur. Buna karşın, aldığı metaları
değerlerinin üzerinde satmış olmaz. Zira satış fiyatı olan 1080, fiili üretim
fiyatıdır ve toplam toplumsal ürünün (metanın) değerine eşittir. Bu durumda
tüccarlar metaları değerinde satar ve yine de, kâr elde ederler. Zira tüccarlar
değerinin altında bir fiyatla satın alıp, fiili üretim fiyatında (değerinde)
satarak kâr elde ederler.
O halde, tüccar
sermayesi artı değer yaratılmasına katılmadığı halde, artı değerin ortalama kâr düzeyine getirilmesine katılırlar. Böylece de “genel kâr oranı, tüccar
sermayesi nedeniyle artı-değerden bir indirimi, dolayısıyla, sanayi
sermayesinin kârından bir indirimi içermektedir.” K-3-253 Zira tüccar sermayesi
sürece katılmamış olsaydı, sadece sanayi sermayesi sürece katılsaydı,
hesaplandığı üzere, kâr oranı % 20 olacaktı. Oysaki tüccar sermayesinin de
sürece katılımıyla kâr oranı % 18 olmaktadır. Bu durumda tüccar sermayesini
sürece katılmasıyla artı değerin yeniden dağılımı gerçekleşmiş olmaktadır. Artı
değer daha fazla sermaye arasında dağılmaktadır. Böylece genel artı değer oranı
düşmekte, doğal olarak ta, sanayi sermayesinin kârından bir indirim olmaktadır.
Tüccarın meta sermayeleri satın aldığı para sermaye dışında bir de, dolaşım maliyetleri vardır. Bu dolaşım maliyetleri ne türden olursa olsun, tüccar, bu maliyetler için ek bir sermaye bulundurmalıdır. Bu maliyetleri Marx, alım satım için harcanan saf dolaşım maliyetleri ve üretim sürecinin dolaşım alanında devam ettiği alanlardaki maliyetler olarak görüyor.
Saf ticari
dolaşım maliyetleri dışında kalan maliyetler, üretim sürecinin dolaşım alanında
da devam ettiği, metaların taşınması, depolanması gibi durumlar için harcanan
maliyetlerdir. Tüm bu süreçleri gerçekleştirmek için değişmeyen ve değişen
sermaye yatırılır. Bu alanlarda harcanan sermaye, üretken sermayedir ve bu
alanda çalışan işçi emeği üretkendir, değer ve artı değer üretirler. Burada
metaların değerleri artar ve doğal olarak ta satış fiyatları artar. Metaların
değerlerinde satışıyla buralarda harcanan dolaşım maliyetleri geri alınır. Üretim
sürecindeki durum aynen burada da gerçekleşir. Hatta bu alanlar, ulaştırma
sanayi gibi, ayrı bir sanayi kolu halini alabilir. Bu şirketlerin sahipleri de
tüccar değildir.
Dolaşım
harcamalarının diğeri ise, alım satımla ortaya çıkan saf dolaşım harcamalardır
ve Marx’ın burada dikkate aldığı giderler de, satın alma ve satışla ilgili
olanlardır. Yani satın alma ve satış sırasında ortaya çıkan harcamalardır. Bu
harcamalar; muhasebe, defter tutma, yazışma, pazarlama vb. gibi kısımlara
ayrılır ve bu iş için büro, kâğıt vb. için değişmeyen sermaye kullanılır ve
yine bu işler için işçiler çalışır ve dolayısıyla değişen sermaye kullanılır. Bütün
“bunlar saf dolaşım giderleridir. Bunlar, doğrudan üretim sürecine girmezler,
ama dolaşım sürecinin bir kısmı oldukları için, toplam yeniden-üretim sürecinin
de bir kısmıdırlar.” K-3-255 Bu saf dolaşım harcamaları değer yaratmazlar ve meta
değerine bir şey katmazlar. Ne var ki, “Bunların, metaların değerinden yerine
konulması gerekir, çünkü bu metaların değerinin bir kısmının tekrar bu dolaşım
giderlerine çevrilmesi zorunludur.”K-3-257 Demek ki, bu kısım metanın
değerinden, yani fiyatından karşılanmalıdır. Ayrıca toplumun toplam sermayesi
açısından bu kısım sürekli olarak yeniden üretilmelidir. Yani bu kısmı toplum
yeniden üretmelidir.
Şimdi saf
dolaşım harcamalarından değişmeyen sermayeye ayrıca değinelim. Tüccar
tarafından yatırılan değişmeyen sermayenin bu kısmı, doğrudan üretime yatırılan
sermayenin değişmeyen kısmı gibi, kâr oranı üzerinde sınırlayıcı etkide
bulunur. Sanayi kapitalisti işin bu yanını tüccara bıraktığı sürece, bu kısmı
yatırmaktan kurtulur, böylece bu kısmı tüccar yatırır. Dolayısıyla “Tüccar, bu
yüzden, önce, kendisi için bu değişmeyen sermayenin karşılığını alır ve sonra
da bunun üzerinden bir kâr sağlar. Bu nedenle bu ikisi aracılığıyla, sanayici
kapitalistin kârı azalmış olur.”K-3-261 Demek ki, saf dolaşım harcamaları
tüccara döndüğü gibi bir de kâr getirirler. Tabi ki, kâr oranında da düşmeye de
neden olurlar.
Marx devamla,
ticari işçilerin durumuna değiniyor. Marx “Bir bakıma, bu gibi ticaret
işlerinde çalışanlar, diğerleri gibi ücretli işçilerdir. Her şeyden önce,
bunların emek-gücü, gelir olarak harcanan parayla değil, tüccarın değişen
sermayesi ile satın alınmıştır ve dolayısıyla bu güç, özel hizmetler için
değil, kendisine yatırılan sermayenin değerinin genişletilmesi amacıyla satın
alınmıştır. Sonra, onun da emek-gücünün değeri ve şu halde ücreti, diğer
işçilerinki gibi belirlenmiştir, yani emeğinin ürünü ile değil, onun özgül
emek-gücünün üretim ve yeniden-üretiminin maliyeti ile belirlenmiştir.” K-3-258
diyerek, ticari alanda çalışanları da ücretli işçi olarak sunuyor. Bu alandaki
işçiler, üretken olmasa da, bunların ücretlerinin gelirden karşılanmayıp
sermaye ile satın alınması, bu emek gücü için de sermaye yatırılması ve ayrıca
bu emek gücünün değerinin de diğer işçiler gibi, emek gücünün üretimi ve
yeniden üretimi için gerekli olanla belirlenmesi nedeniyle ücretli işçilerdir. Ama
üretken işçi değillerdir. Zira ticaret ücretli işçileri ne doğrudan doğruya değer
ne de artı değer üretirler.
Tüccar
sermayesi ne değer ne de artı değer yaratmadığına göre, onların karının kaynağı
da üretken sermayenin ürettiği artı değerdir. “Tüccar sermayesi, artı değerin
bir kısmına, bu kısmı, sanayi sermayesinden kendisine aktararak, sahip
çıkar.”K-3-258 Bu yolla, ticaret sermayesi, meta değerini gerçekleştirme
işleviyle, sermaye olarak iş görerek, toplam sermaye tarafından üretilen artı
değerden payını alır. Öyle ki, “çalıştırdığı kimselerin karşılığı ödenmeyen
emeği artı-değer yaratmamakla birlikte, onun bu artı-değere el koymasını sağlar
ve bu da, sonuçta, sermayesi bakımından aynı şey demektir.”K-3-259 Demek ki,
ticari işçilerin ödenmeyen emeği, tüccar sermayesine artı değerden pay sağlar.
Öyleyse, üretken sermaye söz konusu olduğunda işçi doğrudan artı değeri
yaratır. Üretken olmayan ticari sermaye söz konusu ise, ticari işçinin
ödenmeyen emeği oranında üretilmiş toplam artı değere el konur. Üretken olsun
ya da olmasın her iki halde de ücretli işçiden söz ediyoruz. Her iki halde de,
emeğin sömürüsünden söz ediyoruz.
Peki, ticari
işçilerin sömürüsü nasıl gerçekleşmektedir? Bilindiği üzere ticari işçiler,
değer yaratmazlar. Onların süreçteki görevi, yaratılmış olan değerin biçim
değiştirmesini sağlamaktır. Onlar bu görevlerini yerine getirirken, diğer
işçiler gibi gerekli emek ve artı emek harcarlar. Ticari işçiler de, diğerleri
gibi gerekli emeğin karşılığını alırken, artı emek kısmının karşılığını
almazlar ve sömürüye tabi tutulurlar. Böylece tüccarlar, bu alım satım yoluyla
kâr etme sürecinde ticari işçinin emeğini, karşılıksız olarak kullanmış
olurlar.
Bir kez daha belirtelim
ki, “ticari işçi doğrudan doğruya artı-değer üretmez. Ama emeğinin fiyatı
emek-gücünün değeriyle, şu halde, bunun üretiminin giderleriyle belirlenir…”K-264
Ne var ki ticari emek gücünün kullanılması, yıpranması diğer işçiler gibi, kendi
değeriyle sınırlı değildir. Bu nedenle de ücreti, gerçekleştirmesinde tüccara
yardım ettiği, kâr kitlesiyle zorunlu bir orantı içerisinde değildir. Öyleyse
tüccara neye mal olduğuyla onun için ne sağladığı birbirinden ayrı şeylerdir.
İşgünü uzatılması emek yoğunluğunun ve üretkenliğinin artırılmasıyla, ticaret
kârı miktarı artırılabilir. İşgücü sömürüsü artırılarak, saf dolaşım
maliyetleri düşürülebilir.
Ticari işçilerin, kapitaliste maliyetiyle; ona kazandırdıkları farklı büyüklüklerdir. Ticari işçi, doğrudan artı değer yaratmaz. Ama karşılığı ödenmeyen emek harcaması ölçüsünde; kapitalistin, artı değer yaratma maliyetini düşürmeye yardımcı olur. Marx, ticari işçinin emeğini vasıflı emek olarak belirtiyor. Ticari işçinin emeği, ortalama emeğin üzerinde ve ücreti daha yüksektir. Ne var ki, Marx’a göre, kapitalizmin
gelişmesiyle birlikte, ücreti ortalamanın altına düşme eğilimindedir. Örgün eğitimin genelleşmesiyle birlikte, nitelikli emeğin çoğalması, daha önce bu işlere
giremeyen, daha düşük yaşam düzeyinde bulunanlardan işçilerin bu işlere girebilmesi
ve bunun rekabeti artırması gerçeği ile nitelikli emek gücü değer kaybına uğrar.
Öyle ki, “Emeğin kapasitesi arttığı halde bu işçilerin ücretleri düşer.
Kapitalist, gerçekleştirilecek değer ve kârı arttıkça, bu işçilerin sayılarını
çoğaltır. Bu emekteki artış hiç bir zaman artı-değerdeki artışın nedeni değil,
daima onun bir sonucudur.”K-3-265
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder