8 Mayıs 2014 Perşembe

Yasanın İç Çelişkilerinin Serimi

I.Genel

Kapitalist üretim biçiminde, kâr oranlarının düşme eğilimi yasasının da açığa çıkardığı gibi, sermayenin birikimi kendisini çelişkilerle ifade eder. Bir yanda birikimin zorunluluğu, bir yanda ise bu birikim için kullanılan yöntemin (emeğin üretkenliğinde artış) birikimin engeli haline gelmesi bu çelişkinin ifadesidir.

Toplam sermayenin, kendisini genişletme oranı ya da kâr oranı, kapitalist üretimin dürtüsüdür. Ne var ki kâr oranında düşme, yeni sermayelerin oluşmasını engeller ya da yeni sermayelerin oluşmasını yavaşlatır ve böylece sermayenin gelişmesinin engeli haline gelir. Öyle ki kâr oranlarındaki “bu düşme, aşırı üretimi, spekülasyonu, bunalımları ve artı nüfusla birlikte artı-sermayeyi besleyip büyütür.”K-3-215 Demek ki, kapitalist üretimin, başka bir deyişle sermayenin genişlemesinin bir sınırı vardır. Bu sınırı sermayenin kendisi, başka bir deyişle kapitalizmin kendisi koyar. Öyleyse kapitalizm de sınırları olan ve tarihsel bir sistemdir ve geçicidir. 

Ricardo gibi kapitalizme mutlak gözüyle bakan iktisatçılar da, onun kendisine engel yarattığını düşünürler. Ne var ki onlar, bu engeli üretime değil doğal süreçlere bağlarlar. 

Kapitalist üretim süreci özünde, artı değer üretimi sürecinden başka bir şey değildir. Her kapitalist, metanın kullanım değerinin değil, değerinin, artı değerinin peşindedir. Dolayısıyla kapitalist üretim sürecinde, üretim artı değer elde etmek için yapılır. Öyleyse “bu artı-değerin üretimi -ve bunun bir kısmının tekrar sermayeye çevrilmesi ya da birikim, bu artı-değer üretiminin ayrılmaz bir parçasını oluşturur-, kapitalist üretimin ilk ve en yakın amacı ve itici gücüdür.”K-3-216 Bu kapitalizmin itici gücü dediğimiz artı değerin üretilmesi üretim süreciyle ilgilidir. Artı değer elde edilmesinin, bu artı değerin tekrar sermaye olarak kullanılmasının önünde, daha fazla kâr elde etmek için, emek üretkenliğinin artırılması sonucu, kâr oranlarının düşmesinin büyüttüğü olumsuzluklardan (aşırı üretim, bunalım, spekülasyon, artı nüfus ) başka sınırı da yoktur. 

Üretim süreci sonunda, olabildiğince fazla artı emek metalarda maddeleşmiştir, başka bir deyişle artı değer üretilmiştir. Bu artı değer, üretilmiş olmakla birlikte, henüz gerçekleşmiş değildir. Artı değerin gerçekleşebilmesi pazar sürecine girip, satılması gerekmektedir. Eğer satış gerçekleşmezse sermaye değersizleşir. Artı değerin üretilmiş olmasıyla, işçi için sömürü gerçekleşmiştir, ama kapitalist için sömürü henüz gerçekleşmemiştir. Çünkü meta satılmamış, artı değer gerçekleşmemiştir. Öyleyse “doğrudan doğruya sömürü koşulları ile, bu sömürünün gerçekleştirilmesi koşulları özdeş değildir.”K-3-217 Yani, sömürü koşullarıyla sömürünün gerçekleştiği koşullar, başka bir deyişle üretim koşullarıyla tüketim koşulları, hem mantıksal olarak hem de yer ve zaman olarak birbirlerinden farklıdır. Aynı zamanda bu farklılık, artı değerin üretildiği koşullarla gerçekleştirildiği koşullar arasında bir çelişkiyi ifade eder. 

Marx çelişkili iki durumun sınırlılığını da ortaya koymaktadır. Birinci durumun, yani üretim sürecinin sınırlılığı, toplumun üretici gücüyle sınırlıdır. İkinci durum, yani gerçekleştirme (satış) ise, “çeşitli üretim kollarının aralarındaki orantılı bağıntı ve toplumun tüketim gücü ile sınırlıdır.” K-3-217 Marx buradaki tüketim gücünün mutlak tüketim gücü olmadığını belirtiyor. Marx’ın söz ettiği tüketim gücü, toplumun büyük bir kesiminin tüketimini asgariye indiren, kapitalist bölüşüm koşullarının, uzlaşmaz ilişkileri çerçevesinde belirlenen tüketim gücüdür. Demek ki, toplumun büyük bir kesiminin tüketimi asgariye indirilmiştir. Dolayısıyla da bu büyük kesimin tüketme gücü sınırlandırılmıştır.

Kapitalizmde, değerin sürekli olarak genişlemesi zorunluluktur. Bunun için maliyetin düşürülmesi, üretim yöntemlerinin geliştirilmesi, dolayısıyla da emek üretkenliğinin artırılması gerekir. Aksi durumda rekabet savaşımında yok olunacak, ya da sermaye değersizleşecektir. Dolayısıyla tek yol, sermayenin kendisini genişletebilmesi için rekabetçi ortamda, daha fazla kâra ulaşabilmek için, üretimi-üretkenliği geliştirmektir. “Ne var ki, üretkenlik geliştikçe, kendisini, tüketim koşullarının dayandığı dar temeller ile o denli çatışır bulur.”K-3-217 Marx bu çelişkili temel üzerinde, büyüyen artı nüfus ile sermaye fazlası çelişki sayılmaz. Zira ikisinin birlikte olması, artı değerin kitlesini artırırken, artı değerin üretildiği ve gerçekleştiği koşulların arasındaki çelişkiyi derinleştirir. 

II. Üretimin Genişlemesi ile Artı Değer Üretimi Arasındaki Çelişki

Marx emeğin toplumsal üretkenliğine değinerek başlıyor. Emeğin toplumsal üretkenliği kendini iki şekilde ortaya koyar. Birincisi, üretilmiş olan üretici güçlerin büyüklüğü, üretim koşullarının değeri ve kitlesi ve üretken sermayenin büyüklüğüyle, ikincisi ise, toplam sermayede ücretlere yatırılan kısmın nispi küçüklüğüyle, yani canlı emeğin nispi küçüklüğüyle. Yani emek üretkenliği durumu, değişmeyen sermayenin değişen sermaye aleyhine büyümesidir. Başka bir deyişle değişen sermayenin değişen sermayeye oranla küçülmesidir. ”Bu aynı zamanda sermayenin yoğunlaşmasıdır.”K-3-219

Kullanılan emek gücü bakımından da üretken gelişme kendini iki yolla ortaya koyar: Birincisi, artı emeğin artıp gerekli emeğin azalmasıyla, ikincisi, emek gücü miktarını (işçi sayısı) azalmasıyla.

Üretici üçlerin gelişmesiyle birlikte emek üretkenliği de artar. Üretici güçlerin gelişmesi, gerekli emeği artı değer oranını da büyütür. Dolayısıyla da artı değeri artırmış olur. Bu işçi sayısını azaltma ile birlikte yürür. İşçi sayısı azaltılırken, üretici güçlerin gelişmesi emek üretkenliği artışıyla, artı emeği, yani sömürü derecesini artırır. İşçi sayısındaki azalmayı bu sömürü derecesiyle artırmanın elbette ki sınırları vardır. Bu nedenle de, bu durum, kâr oranlarının düşüşünü engellemez ama karşı koyabilir. Kapitalist gelişmeyle, sermayenin büyüyen kitlesiyle birlikte kâr kitlesi artarken, kâr oranı düşer.

Emek üretkenliğinde gelişme, değişmeyen sermayeyi doğrudan, değişen sermayeyi dolaylı olarak oluşturan maddi nesneleri artırır. Böylece sermayenin değerini genişlemesine katkıda bulunur. Değerin genişlemesine katkıda bulunur, çünkü sermayeye çevrilebilecek daha fazla ürün yaratılmış olur. Bu ürünlerde ek emek emerek, ek sermaye yaratılır. “Kullanılan emek kitlesi ve dolayısıyla artı-emeğin kitlesi büyüdükçe yeniden üretilen sermayenin değeri ile buna yeni eklenen artı-değerde de bir büyüme olur.”K-3-220 Sermaye arttıkça da daha fazla emeği kendi egemenliği altına alır ve böylece, daha fazla artı emeğe el koyma olanağına kavuşmuş olur. Aynı süreçte üretkenlikteki gelişme sermayenin organik bileşimini yükseltir, değişmeyen sermayeyi değişene oranla artırır.

Kapitalist üretim tarzının amacı, elde bulunan değeri korumak ve bu değere yeni değer katarak, en üst sınıra ulaşmaktır. Bunu en hızlı bir şekilde yapmak ister. Yeni değer ekleyebilmek içi ise, önceki değeri kullanır. Bu kapitalist üretimin özgün niteliğidir. Bu amaca ulaşmak için kullandığı yöntemler ve araçlar (emek üretkenliğinin artırılışı, üretici güçlerin gelişmesi); kâr oranında düşmeyi ve mevcut sermayenin değer kaybını da beraberinde getirir. Bu da sıkıntıya neden olur, öyle ki, “mevcut sermayenin devresel değer kaybı -kar oranındaki düşmeyi durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden-üretim süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve bunalımlara yol açar.” K-3-221 Buradan şu çıkar ki, sermayenin genişlemesini sağlayan yöntemler, aynı zamanda, onun karşısına, genişlemesinin engellerini de çıkarır. Lakin “kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.”K-3-221 O halde, “kapitalist üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir.”K-3-221 Çünkü sermaye, emek üretkenliğini artırarak engelsiz olarak genişlemeye çalışırken, bu yöntemin aşırı üretim, bunalım, aşırı nüfus gibi sonuçları, gelişmenin önüne engel olarak çıkmaktadır ve bu engel, her defasında daha güçlü olarak kendini göstermektedir. Bu çelişme bu üretim biçiminin zorunlu sonucudur. 

Marx'ın bunalıma dair şu sözünü de not edelim: "Bunalımlar, daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır." K-3-221

III. Sermaye Fazlası ve Nüfus Fazlası

“Sermaye fazlalığı denilen şey daima, aslında, kâr oranındaki düşmenin kâr kitlesi ile telafi edilmediği sermaye fazlalığı -bu, yeni filizlenen sermaye sürgünleri için daima doğrudur- ya da kendi başına iş görmeyen sermayeleri, büyük işletmelerin yöneticilerinin emrine kredi biçiminde veren sermaye fazlalığı için geçerlidir.”K-3-222 Marx, sermaye fazlalığının, nispi aşırı nüfusu yaratan nedenlerden ileri geldiğini belirtiyor. Yani Marks’a göre, aynı nedenler hem sermaye fazlasını, hem aşırı nüfusu yaratıyor. Böylece, bir yanda kullanılamayan sermaye diğer yanda ise, işsiz kalmış çalışan nüfus bulunmaktadır. Bu durumda artık, sermaye, emekten yeni artı değer sızdıramaz. Böylece sermayenin aşırı üretiminden söz edilir. Yani sermaye aşırı bir şekilde büyümüştür ve bu durumda kâr oranı düşer. Buradaki kâr oranında düşme, sermaye bileşiminde, üretici güçlerdeki gelişmeden kaynaklı değil, daha çok ücretlerin artmasından dolayı, değişen sermayenin para değerinde bir yükselmeden kaynaklıdır. Zira bu durumda artı emek gerekli olana oranla düşmüştür ve dolayısıyla artı değer oranında bir azalma söz konusudur. 

Sermayenin aşırı durumu halinde, kâr oranı, rekabetin etkisiyle düşer. Düşen kâr oranı rekabeti daha da artırır. İşler yolunda gittiğinde rekabet, kâr oranları eşitlenmesinde olduğu gibi, kardeşlik havasında geçer. Böylece her bir sermaye kendi oranında payını alır. Ne var ki,  kârın değil de zararın paylaşılması söz konusu olduğunda durum değişir. Rekabet artık yıkıcıdır. Herkes kendi payına düşen zararı, en aza indirmek için kıyasıya bir rekabet içerisine girer. Böylece “rekabet düşman kardeşler arasında bir savaşa dönüşür.”K-3-224 Her bireysel kapitalistin çıkarıyla, kapitalist sınıfın çıkarı arasındaki çelişki su yüzüne çıkar.

Marx, bu çatışmanın nasıl çözümleneceğini soruyor ve yanıtlıyor. “Çözüm, ek sermayenin tüm değeri tutarında ya da en azından bir kısmı tutarında bir sermayenin çekilmesini ve hatta kısmen yok olmasını gerektirir.”K-3-224 Yani kimisi kullanılmaz hale gelir ya da yok olur. Kimisi de geçici değer kaybına uğrar. Her ne olursa olsun denge, bir kısım sermayenin çekilmesi, yok olmasıyla kurulur. Durum, sermayenin yani makinelerin çalışamama durumu gibi fiziki varlığına kadar uzanabilir.

Marx devamla bunalım halini anlatmayı sürdürüyor. Sermayenin değer kaybetmesi, altın ve gümüşün atıl kalıp, sermaye olarak görev yapamayışı, işçi sınıfının bir kısmının işsiz kalması, ücretlerin ortalama altına düşürülmesine boyun eğme durumlarına değiniyor. Sonra gönenç durumu ve işçi üzerine etkisine değiniyor. Ardından bir kez daha sermayenin aşırı üretimine değiniyor. “Aşırı sermaye üretimi, hiç bir zaman, sermaye olarak, yani emeğin belli bir derecede sömürülmesine hizmet edebilecek üretim araçlarının -emek araçları ile yaşam gereksinmelerinin- aşırı-üretiminden fazla bir şey değildir; ne var ki, sömürü yoğunluğunun belli bir noktanın altına düşmesi, kapitalist üretim sürecinde rahatsızlıklara, kesintilere yol açar, bunalımlar ve sermaye tahripleri görülür. Bu aşırı sermaye üretiminin, az çok önemli miktarda nispi aşırı-nüfusla birlikte görülmesi bir çelişki değildir.” K-3-226

Marx sermayenin dış ülkelere gidiş nedenine vurgu yapıyor. Sermaye başka bir ülkeye gönderiliyorsa bunun nedeni, sermayenin içeride kullanılamaması değil, başka bir ülkeden daha fazla kâr getiriyor olmasıdır. Ayrıca, başka ülkeye giden her sermaye, sermayeyi gönderen ülke ve çalışanı için fazla bir sermayedir. Marx bir vurgu da, kapitalizmin çelişkisine yapıyor:” kapitalizm altında sınırlı boyutlarda tüketim ile, durmadan bu kendisine özgü engeli aşmaya çalışan üretim arasında sürekli bir gedik olması zorunludur. Üstelik, sermaye, metalar oluştuğu için, aşırı sermaye üretimi, aşırı meta üretimi demektir. Aşırı meta üretimini yadsıyıp da aşırı sermaye üretimini kabul eden iktisatçıların garip hali işte buradan gelir.”K-3-227 Marx burada, potansiyel sermaye olarak üretilmiş olsa da, henüz dolaşım alanında bulunan üretim araçlarının, meta olduğu düşüncesinden (zira üretim alanında ancak üretim araçları sermaye işlevi görür) hareketle, bunların aşırı üretiminin aşırı sermaye üretimi olduğunu belirtiyor. Oysa iktisatçılar, aşırı sermaye üretimini kabul edip, aşırı meta üretimini yadsıyorlar.

Marx aşırı üretim olgusuna karşı ileri sürülen itirazların geçersizliğine değiniyor. Bu itirazların, sonuçta kapitalist üretimin engellerinin, genel olarak üretimin engelleri olmadığı ve dolayısıyla da, kapitalizmin engeli yoktur tartışmasına dayandığını belirtiyor. “Oysa kapitalist üretim tarzının çelişkisi, sermayenin içerisinde hareket ettiği ve tek başına hareket edebildiği, özgül üretim koşulları ile sürekli çatışma içerisine giren, üretici güçleri mutlak bir biçimde geliştirmeye doğru bir eğilim taşımasından doğar.”K-3-228 Demek ki, üretici güçlerin sürekli bir gelişme eğilimindedir ve bu üretim koşullarıyla çelişkiye düşmektedir. Ayrıca bu aşırı üretimle; mevcut nüfusa oranla fazla yaşam gereksinmesi üretilmemiştir. Tersine nüfusun çoğunluğunun insanca yaşayacağı geçim nesneleri üretilmemiştir. Öte yandan nüfusun çoğunluğunu istihdam edecek üretim aracı da üretilmemiştir. Tersine nüfusu en üretken biçimde çalıştırarak iş saatini düşürecek üretim aracı üretilmemiştir. Kapitalist üretim zaten emekçinin gereksinimine, çalışma koşullarının insanca yaşanabilir duruma getirilmesine ilgisizdir. Bu aşırı üretim, sermayelerin kâr için üretiminin sonucudur.

Bu başlığı üretici güçlerin gelişmesine ve yeni bir toplum olanağına dair bir alıntıyla bitirelim: “Toplumsal emeğin üretici güçlerindeki gelişme, sermayenin tarihsel işlevi ve varoluş nedenidir. İşte bu şekildedir ki, o, farkında olmadan, daha yüksek bir üretim tarzının maddi gereksinmelerini yaratır.”K-3-229

IV. Tamamlayıcı Düşünceler

Emeğin üretkenliğinin artmasıyla birlikte, bir metanın değerindeki, geçmiş emeğe göre canlı emeğin payının azaldığını biliyoruz. Meta değerindeki canlı emeğin payının azalması, metaya giren emek miktarının azalması şeklinde gerçekleşir. Bir metaya giren toplam emek miktarındaki azalma, üretim hangi toplumsal koşullarda yapılırsa yapılsın, emek üretkenliğindeki artışın temel etkeni olarak görünür. Marx’a göre, gerek bir plana göre yapılan üretimde olsun, gerekse, basit meta üretiminde olsun emek üretkenliğinin ölçütü bu olmalıdır. 

Kapitalist üretimde üretkenlik, sermayeyi ilgilendirdiği kadarıyla, genellikle canlı emekte yapılan tasarrufla artmaz. Birinci ciltte belirtildiği üzere, “canlı emeğin karşılığı ödenen kısmında, geçmişte harcanan emeğe kıyasla sağlanan tasarrufla yükselir.”K-3-232 Burada bir çelişkiyle karşılaşılır. Kapitalizmin görevi emek üretkenliğini sınırsız artırmaya çalışmaktır. Ne var ki, üretim araçlarının gelişmesi emek üretkenliğini arttırırken, eski üretim araçlarını da değersizleştirir. Bu nedenle kapitalist, yeni olanı kullanıma sokmak istemez, çünkü çıkarına değildir. Bu durumda emeğin artan üretkenliği yasası sermaye için her zaman, mutlak olarak geçerli değildir. Bu durum kapitalist üretim biçiminin çelişkisidir. Bir yanda emek üretkenliğini sınırsız olarak geliştirmeye çalışırken, diğer yandan da, üretkenlikteki gelişmeyi engelleme yoluna girer. "Böylece o, gittikçe yaşlandığını ve miadını doldurduğunu bir kez daha göstermiş oluyor." K-3-232

Üretici güçlerde gelişmeyle, işçi sayısının mutlak azalmasının sağlanması durumunda, “nüfusun büyük bir kısmını işsiz bıraktığı için, bir devrime neden olabilir. Bu, kapitalist üretimin özgül sınırının bir başka belirtisidir…” K-3-233 Demek ki, çalışan nüfusun fazlalık haline getirilmesi bir çatışma halini anlatır. Bu çatışma hali, çalışan nüfusun fazlalık haline getirilmesinden doğan devresel bunalımlarda görünür hale gelir. “Kapitalist üretimin sınırı, işçilerin fazla zamanıdır. Toplumun kazandığı mutlak fazla zaman onu ilgilendirmez. Üretkenlikteki gelişme, onu, sadece, işçi sınıfının artı emek-zamanını artırdığı ölçüde ilgilendirir, yoksa genellikle maddi üretim için gerekli emek-zamanını azalttığı için değil. Böylece bir çelişki içerisinde hareket eder.”K-3-233 Demek ki emek üretkenliğindeki gelişme, artı emek zamanını artırıyorsa, kapitalizm için önemlidir. Maddi üretim için gerekli emek zamanının azaltılması artı emek zamanını artırıyorsa kapitalizmin ilgi alanına girer. 

Hiç bir kapitalist, kâr oranını düşürdüğü sürece, yeni bir üretim yöntemini, ne denli fazla üretken olursa olsun, artı-değer oranını ne kadar çok artırırsa artırsın, hiç bir zaman gönüllü olarak uygulamaya koymaz.” K-3- 233 Ne var ki, yeni üretim yöntemini kullanan kişi, diğer kapitalistler de aynı yöntemi kullanıncaya kadar, onlardan daha fazla kâr eder. Yani başka bir deyişle artı kâr elde eder. Zira yeni yöntem kullanan kişi, yeni yöntem sayesinde metaları ucuzlatmıştır ve metasını üretim fiyatı üzerinde hatta değeri üzerinde satarak fazla kâr eder. Yeni üretim yöntemi kullananlar yaygınlaştıkça, eski üretim yöntemi kullananlar, maliyetinin altında satmak zorunda kalırlar. Bu kapitalistler de, değişen sermayenin değişmeyene oranını azaltan, yeni yöntemleri uygulamak zorunda kalırlar. Böylece diğerleri de aynı yöntemi kullandığında fark sona erer. Tekrar yeni yöntemin uygulanması çabası ortaya çıkar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder