Kapitalist üretim biçiminde, kâr oranlarının düşme
eğilimi yasasının da açığa çıkardığı gibi, sermayenin birikimi kendisini
çelişkilerle ifade eder. Bir yanda birikimin zorunluluğu, bir yanda ise bu birikim
için kullanılan yöntemin (emeğin üretkenliğinde artış) birikimin engeli haline
gelmesi bu çelişkinin ifadesidir.
Toplam sermayenin, kendisini genişletme oranı ya da kâr oranı, kapitalist üretimin dürtüsüdür. Ne var ki kâr oranında düşme, yeni sermayelerin
oluşmasını engeller ya da yeni sermayelerin oluşmasını yavaşlatır ve böylece
sermayenin gelişmesinin engeli haline gelir. Öyle ki kâr oranlarındaki “bu
düşme, aşırı üretimi, spekülasyonu, bunalımları ve artı nüfusla birlikte
artı-sermayeyi besleyip büyütür.”K-3-215 Demek ki, kapitalist üretimin, başka
bir deyişle sermayenin genişlemesinin bir sınırı vardır. Bu sınırı sermayenin
kendisi, başka bir deyişle kapitalizmin kendisi koyar. Öyleyse kapitalizm de
sınırları olan ve tarihsel bir sistemdir ve geçicidir.
Ricardo gibi kapitalizme mutlak gözüyle bakan
iktisatçılar da, onun kendisine engel yarattığını düşünürler. Ne var ki onlar,
bu engeli üretime değil doğal süreçlere bağlarlar.
Kapitalist üretim süreci özünde, artı değer üretimi
sürecinden başka bir şey değildir. Her kapitalist, metanın kullanım değerinin
değil, değerinin, artı değerinin peşindedir. Dolayısıyla kapitalist üretim
sürecinde, üretim artı değer elde etmek için yapılır. Öyleyse “bu artı-değerin üretimi -ve bunun
bir kısmının tekrar sermayeye çevrilmesi ya da birikim, bu artı-değer
üretiminin ayrılmaz bir parçasını oluşturur-, kapitalist üretimin ilk ve en
yakın amacı ve itici gücüdür.”K-3-216 Bu kapitalizmin itici gücü dediğimiz artı
değerin üretilmesi üretim süreciyle ilgilidir. Artı değer elde edilmesinin, bu
artı değerin tekrar sermaye olarak kullanılmasının önünde, daha fazla kâr elde
etmek için, emek üretkenliğinin artırılması sonucu, kâr oranlarının düşmesinin
büyüttüğü olumsuzluklardan (aşırı üretim, bunalım, spekülasyon, artı nüfus )
başka sınırı da yoktur.
Üretim süreci
sonunda, olabildiğince fazla artı emek metalarda maddeleşmiştir, başka bir
deyişle artı değer üretilmiştir. Bu artı değer, üretilmiş olmakla birlikte,
henüz gerçekleşmiş değildir. Artı değerin gerçekleşebilmesi pazar sürecine
girip, satılması gerekmektedir. Eğer satış gerçekleşmezse sermaye
değersizleşir. Artı değerin üretilmiş olmasıyla, işçi için sömürü
gerçekleşmiştir, ama kapitalist için sömürü henüz gerçekleşmemiştir. Çünkü meta
satılmamış, artı değer gerçekleşmemiştir. Öyleyse “doğrudan doğruya sömürü
koşulları ile, bu sömürünün gerçekleştirilmesi koşulları özdeş
değildir.”K-3-217 Yani, sömürü koşullarıyla sömürünün gerçekleştiği koşullar,
başka bir deyişle üretim koşullarıyla tüketim koşulları, hem mantıksal olarak
hem de yer ve zaman olarak birbirlerinden farklıdır. Aynı zamanda bu farklılık,
artı değerin üretildiği koşullarla gerçekleştirildiği koşullar arasında bir
çelişkiyi ifade eder.
Marx çelişkili
iki durumun sınırlılığını da ortaya koymaktadır. Birinci durumun, yani üretim
sürecinin sınırlılığı, toplumun üretici gücüyle sınırlıdır. İkinci durum, yani
gerçekleştirme (satış) ise, “çeşitli üretim kollarının aralarındaki orantılı
bağıntı ve toplumun tüketim gücü ile sınırlıdır.” K-3-217 Marx buradaki tüketim
gücünün mutlak tüketim gücü olmadığını belirtiyor. Marx’ın söz ettiği tüketim
gücü, toplumun büyük bir kesiminin tüketimini asgariye indiren, kapitalist
bölüşüm koşullarının, uzlaşmaz ilişkileri çerçevesinde belirlenen tüketim
gücüdür. Demek ki, toplumun büyük bir kesiminin tüketimi asgariye
indirilmiştir. Dolayısıyla da bu büyük kesimin tüketme gücü
sınırlandırılmıştır.
Kapitalizmde,
değerin sürekli olarak genişlemesi zorunluluktur. Bunun için maliyetin
düşürülmesi, üretim yöntemlerinin geliştirilmesi, dolayısıyla da emek üretkenliğinin
artırılması gerekir. Aksi durumda rekabet savaşımında yok olunacak,
ya da sermaye değersizleşecektir. Dolayısıyla tek yol, sermayenin kendisini
genişletebilmesi için rekabetçi ortamda, daha fazla kâra ulaşabilmek için,
üretimi-üretkenliği geliştirmektir. “Ne
var ki, üretkenlik geliştikçe, kendisini, tüketim koşullarının dayandığı dar
temeller ile o denli çatışır bulur.”K-3-217 Marx bu çelişkili temel üzerinde,
büyüyen artı nüfus ile sermaye fazlası çelişki sayılmaz. Zira ikisinin birlikte
olması, artı değerin kitlesini artırırken, artı değerin üretildiği ve
gerçekleştiği koşulların arasındaki çelişkiyi derinleştirir.
II. Üretimin Genişlemesi ile Artı
Değer Üretimi Arasındaki Çelişki
Marx emeğin toplumsal üretkenliğine değinerek başlıyor. Emeğin
toplumsal üretkenliği kendini iki şekilde ortaya koyar. Birincisi, üretilmiş
olan üretici güçlerin büyüklüğü, üretim koşullarının değeri ve kitlesi ve
üretken sermayenin büyüklüğüyle, ikincisi ise, toplam sermayede ücretlere yatırılan
kısmın nispi küçüklüğüyle, yani canlı emeğin nispi küçüklüğüyle. Yani emek
üretkenliği durumu, değişmeyen sermayenin değişen sermaye aleyhine büyümesidir.
Başka bir deyişle değişen sermayenin değişen sermayeye oranla küçülmesidir. ”Bu
aynı zamanda sermayenin yoğunlaşmasıdır.”K-3-219
Kullanılan emek gücü bakımından da üretken gelişme
kendini iki yolla ortaya koyar: Birincisi, artı emeğin artıp gerekli emeğin
azalmasıyla, ikincisi, emek gücü miktarını (işçi sayısı) azalmasıyla.
Üretici üçlerin gelişmesiyle birlikte emek üretkenliği de
artar. Üretici güçlerin gelişmesi, gerekli emeği artı değer oranını da büyütür.
Dolayısıyla da artı değeri artırmış olur. Bu işçi sayısını azaltma ile birlikte
yürür. İşçi sayısı azaltılırken, üretici güçlerin gelişmesi emek üretkenliği
artışıyla, artı emeği, yani sömürü derecesini artırır. İşçi sayısındaki
azalmayı bu sömürü derecesiyle artırmanın elbette ki sınırları vardır. Bu
nedenle de, bu durum, kâr oranlarının düşüşünü engellemez ama karşı koyabilir.
Kapitalist gelişmeyle, sermayenin büyüyen kitlesiyle birlikte kâr kitlesi
artarken, kâr oranı düşer.
Emek üretkenliğinde gelişme, değişmeyen sermayeyi
doğrudan, değişen sermayeyi dolaylı olarak oluşturan maddi nesneleri artırır.
Böylece sermayenin değerini genişlemesine katkıda bulunur. Değerin
genişlemesine katkıda bulunur, çünkü sermayeye çevrilebilecek daha fazla ürün
yaratılmış olur. Bu ürünlerde ek emek emerek, ek sermaye yaratılır. “Kullanılan emek kitlesi ve
dolayısıyla artı-emeğin kitlesi büyüdükçe yeniden üretilen sermayenin değeri
ile buna yeni eklenen artı-değerde de bir büyüme olur.”K-3-220 Sermaye
arttıkça da daha fazla emeği kendi egemenliği altına alır ve böylece, daha
fazla artı emeğe el koyma olanağına kavuşmuş olur. Aynı süreçte üretkenlikteki
gelişme sermayenin organik bileşimini yükseltir, değişmeyen sermayeyi değişene
oranla artırır.
Kapitalist üretim tarzının amacı, elde bulunan değeri
korumak ve bu değere yeni değer katarak, en üst sınıra ulaşmaktır. Bunu en hızlı
bir şekilde yapmak ister. Yeni değer ekleyebilmek içi ise, önceki değeri
kullanır. Bu kapitalist üretimin özgün niteliğidir. Bu amaca ulaşmak için
kullandığı yöntemler ve araçlar (emek üretkenliğinin artırılışı, üretici
güçlerin gelişmesi); kâr oranında düşmeyi ve mevcut sermayenin değer kaybını
da beraberinde getirir. Bu da sıkıntıya neden olur, öyle ki, “mevcut sermayenin devresel değer
kaybı -kar oranındaki düşmeyi durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla
sermaye-değer birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü
araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden-üretim süreçlerinin yer
aldıkları belirli koşulları bozar ve bu yüzden, üretim sürecinde ani
duraklamalara ve bunalımlara yol açar.” K-3-221 Buradan şu çıkar ki, sermayenin genişlemesini
sağlayan yöntemler, aynı zamanda, onun karşısına, genişlemesinin engellerini de
çıkarır. Lakin “kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu
engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar
kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.”K-3-221 O halde,
“kapitalist üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir.”K-3-221 Çünkü sermaye, emek üretkenliğini
artırarak engelsiz olarak genişlemeye çalışırken, bu yöntemin aşırı üretim,
bunalım, aşırı nüfus gibi sonuçları, gelişmenin önüne engel olarak çıkmaktadır
ve bu engel, her defasında daha güçlü olarak kendini göstermektedir. Bu çelişme
bu üretim biçiminin zorunlu sonucudur.
Marx'ın bunalıma dair şu sözünü de not edelim: "Bunalımlar, daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır." K-3-221
III.
Sermaye Fazlası ve Nüfus Fazlası
“Sermaye
fazlalığı denilen şey daima, aslında, kâr oranındaki düşmenin kâr kitlesi ile
telafi edilmediği sermaye fazlalığı -bu, yeni filizlenen sermaye sürgünleri
için daima doğrudur- ya da kendi başına iş görmeyen sermayeleri, büyük
işletmelerin yöneticilerinin emrine kredi biçiminde veren sermaye fazlalığı
için geçerlidir.”K-3-222 Marx, sermaye fazlalığının, nispi aşırı nüfusu
yaratan nedenlerden ileri geldiğini belirtiyor. Yani Marks’a göre, aynı
nedenler hem sermaye fazlasını, hem aşırı nüfusu yaratıyor. Böylece, bir yanda
kullanılamayan sermaye diğer yanda ise, işsiz kalmış çalışan nüfus
bulunmaktadır. Bu durumda artık, sermaye, emekten yeni artı değer sızdıramaz.
Böylece sermayenin aşırı üretiminden söz edilir. Yani sermaye aşırı bir şekilde
büyümüştür ve bu durumda kâr oranı düşer. Buradaki kâr oranında düşme, sermaye
bileşiminde, üretici güçlerdeki gelişmeden kaynaklı değil, daha çok ücretlerin
artmasından dolayı, değişen sermayenin para değerinde bir yükselmeden
kaynaklıdır. Zira bu durumda artı emek gerekli olana oranla düşmüştür ve
dolayısıyla artı değer oranında bir azalma söz konusudur.
Sermayenin
aşırı durumu halinde, kâr oranı, rekabetin etkisiyle düşer. Düşen kâr oranı
rekabeti daha da artırır. İşler yolunda gittiğinde rekabet, kâr oranları eşitlenmesinde
olduğu gibi, kardeşlik havasında geçer. Böylece her bir sermaye kendi oranında
payını alır. Ne var ki, kârın değil de
zararın paylaşılması söz konusu olduğunda durum değişir. Rekabet artık
yıkıcıdır. Herkes kendi payına düşen zararı, en aza indirmek için kıyasıya bir
rekabet içerisine girer. Böylece “rekabet düşman kardeşler arasında bir savaşa
dönüşür.”K-3-224 Her bireysel kapitalistin çıkarıyla, kapitalist sınıfın çıkarı
arasındaki çelişki su yüzüne çıkar.
Marx, bu çatışmanın
nasıl çözümleneceğini soruyor ve yanıtlıyor. “Çözüm, ek sermayenin tüm değeri
tutarında ya da en azından bir kısmı tutarında bir sermayenin çekilmesini ve
hatta kısmen yok olmasını gerektirir.”K-3-224 Yani kimisi kullanılmaz hale
gelir ya da yok olur. Kimisi de geçici değer kaybına uğrar. Her ne olursa olsun
denge, bir kısım sermayenin çekilmesi, yok olmasıyla kurulur. Durum, sermayenin
yani makinelerin çalışamama durumu gibi fiziki varlığına kadar uzanabilir.
Marx devamla
bunalım halini anlatmayı sürdürüyor. Sermayenin değer kaybetmesi, altın ve
gümüşün atıl kalıp, sermaye olarak görev yapamayışı, işçi sınıfının bir
kısmının işsiz kalması, ücretlerin ortalama altına düşürülmesine boyun eğme
durumlarına değiniyor. Sonra gönenç durumu ve işçi üzerine etkisine değiniyor.
Ardından bir kez daha sermayenin aşırı üretimine değiniyor. “Aşırı
sermaye üretimi, hiç bir zaman, sermaye olarak, yani emeğin belli bir derecede
sömürülmesine hizmet edebilecek üretim araçlarının -emek araçları ile yaşam
gereksinmelerinin- aşırı-üretiminden fazla bir şey değildir; ne var ki, sömürü
yoğunluğunun belli bir noktanın altına düşmesi, kapitalist üretim sürecinde rahatsızlıklara,
kesintilere yol açar, bunalımlar ve sermaye tahripleri görülür. Bu aşırı
sermaye üretiminin, az çok önemli miktarda nispi aşırı-nüfusla birlikte
görülmesi bir çelişki değildir.” K-3-226
Marx
sermayenin dış ülkelere gidiş nedenine vurgu yapıyor. Sermaye başka bir ülkeye
gönderiliyorsa bunun nedeni, sermayenin içeride kullanılamaması değil, başka
bir ülkeden daha fazla kâr getiriyor olmasıdır. Ayrıca, başka ülkeye giden her
sermaye, sermayeyi gönderen ülke ve çalışanı için fazla bir sermayedir. Marx
bir vurgu da, kapitalizmin çelişkisine yapıyor:” kapitalizm altında sınırlı
boyutlarda tüketim ile, durmadan bu kendisine özgü engeli aşmaya çalışan üretim
arasında sürekli bir gedik olması zorunludur. Üstelik, sermaye, metalar
oluştuğu için, aşırı sermaye üretimi, aşırı meta üretimi demektir. Aşırı meta
üretimini yadsıyıp da aşırı sermaye üretimini kabul eden iktisatçıların garip
hali işte buradan gelir.”K-3-227 Marx burada, potansiyel sermaye olarak
üretilmiş olsa da, henüz dolaşım alanında bulunan üretim araçlarının, meta
olduğu düşüncesinden (zira üretim alanında ancak üretim araçları sermaye işlevi
görür) hareketle, bunların aşırı üretiminin aşırı sermaye üretimi olduğunu
belirtiyor. Oysa iktisatçılar, aşırı sermaye üretimini kabul edip, aşırı meta
üretimini yadsıyorlar.
Marx aşırı
üretim olgusuna karşı ileri sürülen itirazların geçersizliğine değiniyor. Bu
itirazların, sonuçta kapitalist üretimin engellerinin, genel olarak üretimin
engelleri olmadığı ve dolayısıyla da, kapitalizmin engeli yoktur tartışmasına
dayandığını belirtiyor. “Oysa kapitalist üretim tarzının çelişkisi, sermayenin
içerisinde hareket ettiği ve tek başına hareket edebildiği, özgül üretim koşulları
ile sürekli çatışma içerisine giren, üretici güçleri mutlak bir biçimde
geliştirmeye doğru bir eğilim taşımasından doğar.”K-3-228 Demek ki, üretici
güçlerin sürekli bir gelişme eğilimindedir ve bu üretim koşullarıyla çelişkiye
düşmektedir. Ayrıca bu aşırı üretimle; mevcut nüfusa oranla fazla yaşam gereksinmesi üretilmemiştir. Tersine nüfusun çoğunluğunun insanca yaşayacağı geçim nesneleri üretilmemiştir. Öte yandan nüfusun çoğunluğunu istihdam edecek üretim aracı da üretilmemiştir. Tersine nüfusu en üretken biçimde çalıştırarak iş saatini düşürecek üretim aracı üretilmemiştir. Kapitalist üretim zaten emekçinin gereksinimine, çalışma koşullarının insanca yaşanabilir duruma getirilmesine ilgisizdir. Bu aşırı üretim, sermayelerin kâr için üretiminin sonucudur.
Bu başlığı
üretici güçlerin gelişmesine ve yeni bir toplum olanağına dair bir alıntıyla bitirelim: “Toplumsal emeğin
üretici güçlerindeki gelişme, sermayenin tarihsel işlevi ve varoluş nedenidir.
İşte bu şekildedir ki, o, farkında olmadan, daha yüksek bir üretim tarzının
maddi gereksinmelerini yaratır.”K-3-229
IV. Tamamlayıcı Düşünceler
Emeğin
üretkenliğinin artmasıyla birlikte, bir metanın değerindeki, geçmiş emeğe göre
canlı emeğin payının azaldığını biliyoruz. Meta değerindeki canlı emeğin
payının azalması, metaya giren emek miktarının azalması şeklinde gerçekleşir. Bir
metaya giren toplam emek miktarındaki azalma, üretim hangi toplumsal koşullarda
yapılırsa yapılsın, emek üretkenliğindeki artışın temel etkeni olarak görünür.
Marx’a göre, gerek bir plana göre yapılan üretimde olsun, gerekse, basit meta
üretiminde olsun emek üretkenliğinin ölçütü bu olmalıdır.
Kapitalist
üretimde üretkenlik, sermayeyi ilgilendirdiği kadarıyla, genellikle canlı
emekte yapılan tasarrufla artmaz. Birinci ciltte belirtildiği üzere, “canlı
emeğin karşılığı ödenen kısmında, geçmişte harcanan emeğe kıyasla
sağlanan tasarrufla yükselir.”K-3-232 Burada bir çelişkiyle karşılaşılır.
Kapitalizmin görevi emek üretkenliğini sınırsız artırmaya çalışmaktır. Ne var ki, üretim araçlarının gelişmesi emek üretkenliğini arttırırken, eski üretim araçlarını da değersizleştirir. Bu nedenle kapitalist, yeni olanı kullanıma sokmak istemez, çünkü çıkarına değildir. Bu durumda emeğin artan üretkenliği yasası sermaye için her zaman, mutlak olarak geçerli değildir. Bu durum kapitalist üretim biçiminin çelişkisidir. Bir yanda emek üretkenliğini sınırsız olarak geliştirmeye çalışırken, diğer yandan da, üretkenlikteki gelişmeyi engelleme yoluna girer. "Böylece o, gittikçe yaşlandığını ve miadını doldurduğunu bir kez daha göstermiş oluyor." K-3-232.
Üretici
güçlerde gelişmeyle, işçi sayısının mutlak azalmasının sağlanması durumunda,
“nüfusun büyük bir kısmını işsiz bıraktığı için, bir devrime neden olabilir.
Bu, kapitalist üretimin özgül sınırının bir başka belirtisidir…” K-3-233 Demek
ki, çalışan nüfusun fazlalık haline getirilmesi bir çatışma halini anlatır. Bu
çatışma hali, çalışan nüfusun fazlalık haline getirilmesinden doğan devresel
bunalımlarda görünür hale gelir. “Kapitalist üretimin sınırı, işçilerin fazla
zamanıdır. Toplumun kazandığı mutlak fazla zaman onu ilgilendirmez.
Üretkenlikteki gelişme, onu, sadece, işçi sınıfının artı emek-zamanını
artırdığı ölçüde ilgilendirir, yoksa genellikle maddi üretim için gerekli
emek-zamanını azalttığı için değil. Böylece bir çelişki içerisinde hareket
eder.”K-3-233 Demek ki emek üretkenliğindeki gelişme, artı emek zamanını
artırıyorsa, kapitalizm için önemlidir. Maddi üretim için gerekli emek
zamanının azaltılması artı emek zamanını artırıyorsa kapitalizmin ilgi alanına
girer.
“Hiç bir kapitalist, kâr oranını düşürdüğü sürece,
yeni bir üretim yöntemini, ne denli fazla üretken olursa olsun, artı-değer
oranını ne kadar çok artırırsa artırsın, hiç bir zaman gönüllü olarak
uygulamaya koymaz.” K-3- 233 Ne var ki, yeni üretim yöntemini kullanan kişi,
diğer kapitalistler de aynı yöntemi kullanıncaya kadar, onlardan daha fazla kâr eder. Yani başka bir deyişle artı kâr elde eder. Zira yeni yöntem kullanan
kişi, yeni yöntem sayesinde metaları ucuzlatmıştır ve metasını üretim fiyatı
üzerinde hatta değeri üzerinde satarak fazla kâr eder. Yeni üretim yöntemi
kullananlar yaygınlaştıkça, eski üretim yöntemi kullananlar, maliyetinin
altında satmak zorunda kalırlar. Bu kapitalistler de, değişen sermayenin
değişmeyene oranını azaltan, yeni yöntemleri uygulamak zorunda kalırlar. Böylece
diğerleri de aynı yöntemi kullandığında fark sona erer. Tekrar yeni yöntemin
uygulanması çabası ortaya çıkar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder