24 Kasım 2013 Pazar

İşgünü

İşgününün Sınırları

İşgününün bir kısmı, işçinin emek gücünün yeniden üretimini kapsar. Diyelim işçinin, günlük ortalama yaşamı için gerekli olan nesnelerin üretimi, 4 saat alıyorsa, işçi 4 saat çalışmayla emek gücü değerini yeniden üretir. Bu, işgününün gerekli emeğe tekabül eden kısmıdır. Demek ki, işgününün bir kısmı, emek gücünün yeniden üretimi için gerekli emek zamanıyla belirlenir. İşgünün bir kısmı da artı emek zamanı ile belirlenir. Yani işçinin kapitalist için bedavaya çalıştığı zamanı kapsar. Öyleyse işgünü, gerekli emek ve artı emek zamanından oluşur diyebiliriz. Bu birinci vargımız.

İkinci vargımız, Marx’ın, işgününün değişken bir büyüklük olduğunu ortaya koymasıdır. Marx'a göre, işgününün toplam miktarı artı emek zamanına göre değişir. İşgünü değişken olmasına karşın, asgari ve azami sınırlılıkları vardır.  

Asgari sınır, işçinin kendi gereksinimlerini karşılayacağı gerekli emek zamanını ifade eder. Diyelim ki, artı emek zamanı sıfırlansın,  geriye, gerekli emeği temsil eden zaman kalır. Başka bir deyişle işçinin, kendi yaşamını sürdürmesi için gerekli olan zaman kalır. Bu zaman, toplum biçimlerinden bağımsız olarak işçinin; zorunlu olarak çalışması gereken zamandır. İşçi, kendisi için çalışsaydı dahi, günün bu zamanını çalışmak ve üretmek durumundaydı. Ne var ki, kapitalist sistemde bu gerekli emek zamanıyla yetinilemez ve işgününün kendisi, hiçbir zaman bu asgariye indirgenemez.” K-1-246 O halde kapitalist sistemde, gerekli emek zamanı işgününün sadece bir kısmını oluşturur. Eğer işgünü, işçinin kendi yaşamını sürdürmesi için gerekli emek zamanına indirilebilseydi, o zaman sömürü de kapitalizm de olmazdı. 

Diğer yandan, işgününün bir de azami sınırı vardır. Bu azami sınır iki şeyle koşullanmıştır. Bunlarda birincisi, emek gücünün fiziksel sınırıdır, diğeri ise, moral sınırıdır. Fizyolojik sınır, işçinin zorunlu fiziksel aktivitelerini ifade eder. Biliyoruz ki, gün 24 saattir ve bir işçi yedi gün, 24 saat çalışamaz. Günün 24 saatinde, hayati gücün ancak belli miktarı harcanabilir. Bireyin fiziksel durumu ancak buna izin verir. Kalan zamanda ise bireyin dinlenmesi, uyuması, yemesi içmesi, yıkanması vs gerekir. Aksi halde emek gücü kendisini yenileyemez. Dolayısıyla, fizyolojik sınır, işgünü uzatılmasına engel teşkil eder. Diğer yandan işgününün uzatılmasında moral engel vardır. Moral engel, işçinin entelektüel, toplumsal gereksinmeleri için gereken zamanı ifade eder. Tiyatroya, sinemaya gitmek gibi… İşçinin, entelektüel toplumsal gereksinmelerini yerine getirmek için zaman ihtiyacı vardır. Bu gereksinmelerin büyüklüğü, sayısı ülkenin gelişmişlik düzeyi ile belirlenir. 

Demek ki, işgününün uzatılması önünde iki engel vardır. Bunlardan biri fiziksel sınırdır. Bu doğal, her birey için olandır. Diğeri ise moral sınırdır ve toplumun gelişme düzeyi ile belirlenir. Bu durumda işgünü uzunluğundaki değişmeler, fizik ve toplumsal sınırlar içerisinde devam eder. Ne var ki diyor Marx, “bu sınırlayıcı koşulların her ikisi de çok esnek niteliktedir ve çok büyük değişmelere uygundur.”K-1-247 Çalışma yaşamında çeşitli işgünleriyle (8,10,12,14,16,18 saat gibi) karşılaşılma nedeni budur. 

Kapitalist, pazardan, emek gücünü günlük değeri üzerinden satın almıştır. Dolayısıyla, emek gücünün bir işgünü süresince kullanım değeri kapitaliste aittir. Kapitalist, sahibi olduğu emek gücünü, bir gün boyunca çalıştırma hakkına sahiptir. Ne var ki, bir işgünü, bir günden daha az bir zamandır. Bu işgününün uzatılmasının fiziksel ve sosyal sınırlarından söz etmiştik. Ne var ki, bu fiziksel ve sosyal sınır değişkendir ve kapitalist olabildiğince işgününü uzatma eğilimindedir. Çünkü “kapitalist olarak o, ancak kişileşmiş sermayedir. Onun ruhu, sermayenin ruhudur.” K-1-247 Sermayenin ise, tek yaşam dürtüsü vardır, artı emek emmek ve artı değer yaratarak genişleyerek büyümektir. Bunu da canlı emeği emerek yapabilmektedir. Canlı emeği emme süreci ise emek gücünün harcandığı süre olan işgünüdür. Bu süreyi sermaye, ya da kişileşmiş sermaye olan kapitalist, en uygun bir şekilde kullanmak ister ve ayrıca bu sürenin uzun olması lehinedir. 

Kişileşmiş sermaye olan kapitalistin işgününü olabildiğince uzatma çabası karşısında işçi ise, normal uzunlukta bir işgünü ister.  Zira kapitalist için, sermayenin genişlemesi olan durum, işçi için emek gücünün harcanmasıdır. İşçi, bu yaşamsal faaliyetinin tekrar yerine koyulmasını ister ve işgününün sınırları esnektir. 

Meta değişimi yasası da, işgünü için ve tabi ki artı değer için bir sınır tanımıyor. Kapitalist, bir günlük emek gücü değeri karşılığını veriyor, dolayısıyla da, işgünü sınırlarını alabildiğine genişletmeye çalışıyor. Bu hakkı kendisinde görüyor. Çünkü emek gücünün kullanımını bir günlüğüne satın almıştır. Ne var ki, satılmış emek gücü metasının niteliği, diğer metalardan farklı olduğu için satın alanın, bu sınırsızca tüketme isteğine sınır koyulmasını gerekli kılmaktadır. İşçi ise emek gücü satıcısı olarak, kapitalistin sınırsız tüketme isteğine karşı; işgününü normal düzeye indirme hakkını kullanmaktadır. “Öyleyse burada bir karşıtlık, her ikisi de değişim yasasının damgasını taşıyan iki hak arasında bir çatışma vardır. Eşit haklar arasında son sözü kuvvet söyler. Ve bunun için de, kapitalist üretim tarihinde, bir işgününün belirlenmesi, sürüp giden bir savaşımın kolektif sermaye, yani kapitalist sınıf ile kolektif emek, yani işçi sınıfı arasındaki savaşımın bir sonucu olarak kendisini gösterir.”K-1-249 

Sonuç olarak, işgününün sınırlarını belirleyecek olan şey, iki uzlaşmaz sınıf olan işçi sınıfı ile kapitalistler arasındaki mücadeledir. 

Artı Emek Hırsı, İmalatçı ve Boyar

Marks burada, tüm sınıflı toplumlarda, yani, toplumun bir kesiminin üretim araçlarına sahip olduğu toplumlarda, biçim farklı olsa da, artı emek sızdırıldığını belirtmektedir. Ne var ki, artı emek sızdıranlardan hiç birisi, kapitalist kadar artı emeğe karşı bir açlık duymaz. Sınırsız bir artı emek hırsı duymaz. Şimdi Marks’ın anlatısına kısaca değinelim.

Sermaye artı emeği icat etmemiştir.”K-1-249 Toplumun bir kesiminin üretim araçlarına sahip olduğu her toplumda, işçi, kendisi için gerekli emek zamanına, üretim aracı sahibi için de bir artı emek zamanı eklemek zorunda kalmıştır. Bir yandan, kendi yaşamını yeniden üretirken, üretim aracı sahibinin yaşamını da, yeniden üretmek zorunda kalmıştır. Bu ister kapitalist, modern toprak sahibi, köle sahibi ya da Eflaklı boyar olsun fark etmez. 

Kullanım değerinin egemen olduğu toplumlarda, artı emek, bazı gereksinmelerin azlığı ya da çokluğu ile sınırlıdır. Zira burada, değişim değeri egemen değildir. Dolayısıyla, üretimin kendi niteliğinden dolayı, artı emeğe karşı sınırsız bir açlık doğmamıştır. Üretimleri köle emeği , angarya vb. olan halklar, kapitalist üretim girdabına kapıldığında, kölelik ve barbar çalışma dehşetine, uygar aşırı çalışma dehşeti eklenmiştir.

Marx devamla, İngiliz fabrikalarındaki artı emek hırsı ile angaryadaki artı emek hırsını karşılaştırıyor. Vardığı ve ilginç bulduğu sonuç, angaryada artı emek bağımsız ve gözle görülürdür. Kapitalizmde ise değildir. Kapitalizmde diyelim işgünü 12 saattir. Bunun 6 saati gerekli emek, 6 saati artı emek olsun. İşçi 6 günde 36 saat artı emek verir. Bu durumda, haftanın 3 günü kendisi için, üç günü kapitalist için çalışılsa da aynı şey olurdu. Lakin, bu yüzeyde görülmez. Oysa angarya için durum böyle değildir. Eflaklı köylünün kendisi için harcadığı emek, boyar için harcadığı emekten belirli bir şekilde ayrılmıştır diyor Marx. Eflâklı köylü üç gün kendi tarlasında çalışır, üç gün de efendisinin malikânesinde çalışır. Dolayısıyla, artı emek zamanı ile gerekli emek zamanı apaçık görünür. Burada, kapitalist için artı emek hırsı, işgünün uzatılması yönünde baskı olarak kendini gösterir. Boyarda ise angarya günleri avcılığı şeklindedir.

Marks devamla, işgününü sınırlayan İngiliz Fabrika Yasaları’ndan söz ediyor. Ne var ki kapitalistler, yasalara rağmen işe başlarken ve iş bitiminde, öğlen yemek zamanından beşer onar dakika fazladan tırtıklayabiliyorlar. Ayrıca Marx, tüm gün çalışan işçilerin "tam zamanlılar" 6 saat çalıştırılan 13 yaşın altındaki çocukların "yarı zamanlılar" olarak adlandırılmasını; bütün işçilerin bireysel farklılıklarının silinmesi olarak görüyor: " İşçi, burada, kişileşmiş emek zamanından başka bir şey değildir." K-1- 357

Sömürüye Yasal Sınırlar Konulmayan İngiliz Sanayi Kolları

Marx bu kısımda, emek sömürüsünün her türlü engelden uzak kaldığı, işgününe sınırlamanın getirilemediği,  üretim kollarına değiniyor. Dantelâ yapımı, seramikçilik, çömlekçilik, kibrit yapımı, duvar kâğıdı, fırıncılık vb. gibi üretim kollarında, çalışmanın kölece durumuna değiniyor. Uzun süre çalışmaktan yaşamını kaybeden şapkacı Mary Anne Walkley'e değiniyor. Her yaş, her cinsiyetten işçilerin, sermaye karşısında aynı akıbete uğradıklarının örneklerini veriliyor.  

Gündüz ve Gece İşi, Vardiya Sistemi

Üretim süreci, artı emeği emme süreci olarak, devam edemediğinde, sermaye atıl kalır. Bu nedenle, emek gücü doğal sınırı ötesinde 24 saat kullanılabilmelidir. Zira işgününün doğal sınırlarını aşarak geceye uzanması, sermayenin emeğe duyduğu susuzluğu tam olarak gidermez. Lakin “Günün 24 saati boyunca, emeğe el konulması, kapitalist üretimin kaçınılmaz eğilimidir.” K-1-271 Ne var ki, bireysel emek gücünü, hem gece hem gündüz, sömürülmesi maddi olarak olanaksızdır.  Ama gündüz emek gücü tükenenle, gece emek gücü tükenenin nöbetleşmesiyle; üretim süreci kesintisiz 24 saat sürebilir. Üretim sürecinin 24 saat sürmesi, işgünü sınırları aşılmasında uygun olanaklar sağlar. Marx devamla çalışma koşullarının uzunluğuna, kölece durumuna ve çocuklar üzerinde yıpratıcılığına değiniyor.

Normal Bir İşgünü İçin Savaşım, İşgününün Uzatılması İçin 14. Yüzyılın Ortasından 17. Yüzyılın Sonuna Kadar Çıkartılan Zorunlu Yasalar

Kapitalist için “İşgünü 24 saatlik tam günün, emek gücünün yeniden işe koşulabilmesi için mutlaka gerekli birkaç dinlenme saati çıktıktan sonraki kısımdır." K-1-278 Kapitalist, gerekli emek zamanı ötesinde işgününü alabildiğine uzatmaya çalışır. Görüldüğü üzere, işçi tüm yaşamı boyunca, bir emek gücünden başka bir şey değildir. O, sermayenin büyümesine adanmış bir emek zamanıdır. Öyle ki, sermaye, artı değeri ele geçirme tutkusuyla “işgününün yalnız manevi değil, fiziksel en üst sınırını da çiğner geçer.” K-1-279 İşçinin, bedeninin gelişmesi ve sağlığının devamının sağlanması için gerekli olan zamanlarına el koyar. Emek gücünün ömrü onun için bir anlam ifade etmez. İşgününün azami uzatılması ve emek gücünün bu hoyratça harcanması, işçinin ömrünü kısaltır. Bu durumda, üretim sürecinden çekilen işçilerin yerini, yenilerinin alması zorunluluğu ortaya çıkar. Bu durumda, emek gücünün yeniden üretilmesi için gerekli olan giderler artar. 

Marx köle yaşamını ele alıyor. Kölenin ölçüsüzce sömürülmesine, yaşamını hiçe sayılışına değiniyor. “Bu öyküde, bir başka ad altında senin sözün ediliyor” K-1-280 diyerek, köle ticareti ile emek pazarı arasında ilişki kuruyor. Sermayenin emek gücünün yok edilişine olan ilgisizliğine değiniyor. “Sermaye toplumun koyduğu zorunluluklar olmaksızın, işçinin sağlığına karşıda, yaşayacağı ömrün uzunluğuna karşı da vurdumduymazdır.” K-1-283 Aşırı çalışmanın getirdiği bunaltıcı süreç, işçinin sağlığı, maddi ve manevi yozlaşması, erken ölümü sermayenin ilgi alanı dışındadır. Kuşkusuz bu durum Marx’a göre, kapitalistin iyi ve kötü niyetine bağlı bir durum değildir. Zira serbest rekabet, kapitalist üretimin yasalarını, kapitalistler üzerinde zorlayıcı dış yasalar olarak ortaya çıkarır.

Marx bu kısımda kapitalizmin başlangıcından, 17. Yüzyıl sonuna kadar devletin, işgününü uzatma çabalarına değinmektedir. Zira kapitalizmin bu henüz gelişme döneminde, sermayenin artı emeği emme hakkını henüz ekonomik ilişkilerin gücüyle sağlayamadığı dönemdir. Sermayenin, devletin yardımıyla artı emeği emmesi sağlanmaktadır.  Bu nedenle de işgününü uzatmaya zorlayan yönetmelikler çıkarılmıştır. Marx, “Modern Fabrika Yasaları işgününü zorla kısalttığı halde, daha önceki yönetmelik bu süreyi zorla uzatmaya çalışmıştı.” Diyerek, devletin süreçteki rolüne de değiniyor.

Kuşkusuz işgünü, kapitalistle işçi arasında bir mücadele alanıdır. Kapitalist işgününü olabildiğince uzatmaya çalışırken, işçi normal bir işgününde ısrar eder. Dolayısıyla, “normal işgünü saptanması, kapitalist ile emekçi arasında yüzyıllarca süren savaşımların sonucudur.” K-1-284 Savaşım olmadan normal bir işgününden söz edilmez.  Zira sermaye sınırsız bir sömürü eğilimindedir. 

Normal İşgünü için Savaşım, Emek Zamanı Yasasıyla Zorunlu Sınırlandırma, İngiliz Fabrika Yasaları, 1833’ten 1864’e

18. yüzyılın son üçte birinde, makineleşme ve modern sanayinin doğuşuyla, işgünü uzatılması sınır tanımaz bir tutumla son sınırına kadar çekilmiştir. Öyle ki, “ahlakın ve doğanın, yaşın ve cinsiyetin, gecenin ve gündüzün bütün sınırları yıkıldı.” K-1-291 Ne var ki, aynı süreçte zaman, işgününün azaltılması aleyhinde işlemeye başlamıştır. Zira sürecin şaşkınlığını atan işçi, direnmeye ve mücadeleye başlamıştır. Sınırlı da olsa, işçi sınıfı mücadelesi sonucunda, fabrika yasalarıyla belirlenen başarılar elde eder. Modern sanayi için ilk olarak normal işgünü İngiltere'de 1833 tarihli Fabrika Yasası ile başlar.

Ayrıca bu dönemdeki, makineli modern sanayideki gelişme,  işgünü uzatılmadan emeğin niteliği, yoğunluğu artırmaya başlamış olmasıyla, emek üretkenliğinin artışı, işgününün sınırlanması zeminini beslemiştir denilebilir.

Marx bu kısımda, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki karşıtlığı çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca sürecin sermayenin lehine olarak şekillenişini, yasanın da sürece bağımlılığını ortaya koyuyor. 

Marx, çalışma sürecinde, yemek zamanı da dâhil, sürecin nesnelliğini ortaya koyuyor. Düzenlemeyi, sürecin zorunlu sonucu olarak belirtiyor. Düzenlemenin, tanınması, devlet tarafından ilan edilmesi ise sınıf savaşımına bağlıyor. “Görüldüğü gibi” diyor Marx, “ zaman sınırlarını, paydos saatlerini, askeri bir disiplinle saatin tiktakları ile düzenleyen bu hassaslık asla parlamentonun eseri değildi.  Bütün bunlar, modern üretim biçiminin doğal yasaları olarak, koşullardan giderek doğmuştur. Bunların biçimlenmesi, resmen tanınması ve devlet tarafından ilan edilmesi, sınıfların uzun savaşımları sonucu olmuştur.”K-1-196 

Uzun zamandır mücadelesi verilen 10 saatlik işgünü 1848 de parlamentodan geçer ve yasa yürürlüğe girer. Ne var ki yasalara rağmen kapitalistlerin pratikleri, işgününü uzatmanın yollarını bulmuştur. Çartist hareketin başarısızlığı ve Paris Haziran Ayaklanması'nın bastırılmasıyla, işçi sınıfının gücüne olan güvenin zayıflaması; kapitalistlerin elini daha da rahatlatmıştır. Böylece kapitalistler, hem 10 saatlik işgünü yasasına hem de sömürüyü bir ölçüde sınırlayan yönetmeliklere savaş açmıştır.  Kurnazlık, oyun, hile ile yürütülen uzun saatler çalıştırma pratiği, işçilerin yemek zamanlarına kadar uzanır. Kapitalistin 10 saatlik çalışma yasasından anladıkları şey diyor Marx, "Emek gücü üzerindeki 12 ile 15 saatlik efendiliklerine karşılık, 10 saatlik ücret ödüyorlardı." Maddi üretim koşullarındaki gelişmelerle, değişimle birlikte süreç, normal bir işgününün yaratılması için sınıf kavgasıyla yürür.

Normal İşgünü için Savaşım, İngiliz Fabrika Yasalarının Başka Ülkelerdeki Tepkisi

Sermayenin diyor Marx, işgününün sınırsız uzatılması hırsı ilkin, makineli üretim yapan modern sanayi kollarında tatmin edilmiştir. Üretim tarzındaki bu değişimler, bu değişime tekabül eden üreticiler arasındaki toplumsal ilişkilerdeki değişimler, “ önce sınırsız aşırılıklara, ardından da, buna bir tepki olarak, işgünü ile paydos saatlerini yasalarla sınırlayan, düzenleyen ve aralarında birlik kuran toplumsal bir denetim doğmasına yol açtı.” K-1-311 Demek ki, normal işgünü için savaşım ve yasalarla belirlenen kazanımlar ilkin, gelişmiş üretim kollarında ortaya çıkmaktadır. Zira üretim tarzındaki değişmeler, buna uygun üretim ilişkilerini koşullamaktadır. Başka bir deyişle işgünü uzatılmasına karşı verilen tepkiler, makineli modern sanayi merkezlerinde önem kazanmıştır. Doğal olarak ta mücadelenin, çatışmanın ilk merkezi, modern sanayinin ilk merkezi olmasından dolayı İngiltere'dir. 

İşgünü mücadelesinde İngiltere’yi Fransa izler. Fransa’da işgününün sınırlanmasının ayırıcı özelliği; bütün işyeri ve fabrikalarda ayrım yapılmadan, bir defada aynı şekilde sınırlanmasıdır. Marks, bunu Fransa’nın devrimci yönteminin avantajına yorar. İngiltere’de, büyük üretim kollarında başlayarak, birbirleriyle çelişen uygulamalarla süreç yürümüştür.

Kuzey Amerika ve Birleşik Devletlerinde ise, Marx’a göre, her bağımsız işçi hareketini, kölelik çarpıklaştırmıştır. “Emeğin, kara deriye damgalandığı yerde, beyaz deriden kendisini kurtarması mümkün değildir.” Diyerek, köleliğin ölümüyle yeni bir yaşamın doğduğunu belirtiyor. 

Bu yaşam işçinin emek gücünün sahibi olarak onu özgürce satabildiği bir yaşamdır. İşçi özgür pazarlıkla emek gücünü satar. Ne var ki "emek gücünü satmak için özgür olduğu süre, onu satmaya zorlandığı süredir."K-1-314 Sermayeyle yapılan gönüllü sözleşme tamamlandıktan sonra işçi asla başına buyruk değildir. Bu durumda, kendi ve ailesini köleliğe ve ölüme satmış olmasını engelleyecek, toplumsal engele ihtiyacı vardır. Bu engel, işgününü belirleyen yasalardır ve bunun gerçekleştirilmesi gerekir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder