20 Nisan 2014 Pazar

Genel Kâr Oranının Rekabet Yoluyla Eşitlenmesi, Piyasa Fiyatları ve Piyasa Değerleri, Artı Kâr

Bazı üretim alanlarında kullanılan sermaye ortalama bileşime sahiptir. Yani bunların bileşimi, toplam toplumsal sermayenin ortalamasıyla neredeyse aynıdır. Bu durumda toplumsal ortalamayla aynı bileşime sahip üretim alanlarındaki üretim fiyatı, metanın değerinin para ifadesiyle aynıdır ya da neredeyse aynıdır. Rekabet, toplumsal sermayeyi çeşitli üretim alanlarına taksim ederek, her alandaki üretim fiyatlarını, ortalama bileşimli alandaki üretim fiyatına göre şekillendirir. Özcesi, tüm toplumsal sermayenin ortalaması, toplumsal ortalamayı verir. Sermaye bileşimi, toplumsal ortalama ile aynı olan üretim kollarında, üretim fiyatları değerlerle aynı olur. Marx’ın deyimiyle, “ortalama ya da ortalamaya yakın bileşimli sermayelerde üretim-fiyatı, demek ki, değerle aynı ya da neredeyse aynı ve kâr da, bu sermayelerce üretilen artı-değerle aynıdır. Bileşimleri ne olursa olsun, diğer bütün sermayeler, rekabetin baskısı altında bu ortalamaya doğru gelme eğilimindedir.”K-3-157   

Marx, karların genel kâr oranı içerisinde eşitlenmesinin nasıl olduğu sorusunu soruyor ve yanıtlıyor. Her şeyden önce, böyle bir eşitlenmenin olabilmesi için, üretim fiyatları üzerinden değişimin olması gerekir. Metaların, değerleri üzerinden değişilmesi durumu, kapitalizm öncesi biçimlere (ilkel topluluklar, kölelik, serflik)  özgü bir durumdur. Ya da işçiler, kendi üretim araçlarına sahip olduğu durumlarda (toprak sahibi çiftçi, zanaatçı) metaların, yaklaşık olarak değerleri üzerinden değişiminden söz edilebilir. “Demek oluyor ki, metaların değerleri ya da yaklaşık olarak değerleri üzerinden değişimleri, belli bir kapitalist gelişme düzeyini gerektiren, üretim-fiyatları üzerinden değişimlerine göre çok daha düşük bir gelişme düzeyini gerektirir.” K-3-159 Demek ki, kapitalizmin henüz tam olarak, gelişmemiş olduğu hallerde, metaların değişim fiyatları, bunların değerlerine yaklaşık olarak tekabül eder. Oysa metaların, sermaye ürünleri olarak değişilmeleri durumunda, fiyatların değerler etrafında değil, üretim fiyatları etrafında dalgalanır. 

Çeşitli üretim alanına ait metaların, kendi değerinden satıldığı varsayımı, metaların fiyatlarının, bu merkezde dalgalandığı ve değerlerinde düşme ve yükselmenin birbirini eşitleme eğiliminde olduğu anlamına gelir. Ayrıca farklı üreticilerce üretilen, aynı metanı bireysel değerinin dışında bir de piyasa değeri, yani toplumsal değeri vardır. “Piyasa-değeri, bir yandan, tek bir alanda üretilen metaların ortalama değeri, öte yandan, kendi üretim alanlarının ortalama koşulları altında üretilen ve bu alanın ürünlerinin büyük bir kısmını oluşturan metaların bireysel değerleri olarak görülmek durumundadırlar.”K-3-161 Bir meta, iyi koşullarda piyasa değerinin altında, kötü koşullarda piyasa değerinin üzerinde üretilebilir. Demek ki, piyasa değeri, bir yandan bir alanda üretilenlerin ortalama değeridir. Diğer yandan da, ortalama koşullarda üretilen ve ürünlerin büyük kısmını oluşturan metaların değeridir. En kötü ve en iyi, olağan dışı durumlarda piyasa değerini belirler. Piyasa fiyatları işte bu piyasa değerleri etrafında dalgalanır. 

Biraz daha açıklayıcı olalım: Bir metanın değerini belirleyen ona harcanan emek zamandır. Piyasada satılan aynı tür metalar, aynı fiyattan satılır. Birine fazla birine az emek harcanması alıcıyı ilgilendirmez. Dolayısıyla farklı emek zamanda üretilen metaların bir piyasa değeri vardır. Bu piyasa değeri, bu metaların üretilmesi için gerekli olan emek zamandır. Yani toplumun, o günkü koşullarda, o metanın üretimi için gerekli olan emektir. Şimdi biz, üç ayrı işletmede, aynı türden meta üretilmiş olduğunu düşünelim. Bunlardan birincisinin üretimi 4 saatte, yani iyi koşullarda, ikincisinin 6 saatte, yani ortalama koşullarda, üçüncüsünün de 8 saatte, yani kötü koşullarda üretildiğini varsayalım. Bu durumda, hangisi piyasa değerini belirleyecektir? Kuşkusuz, ortalama koşullarda, yani 6 saatte üretilen ve ürünün büyük bölümünü üretenin değeri piyasa değerini belirleyecektir. Dört ve 8 saatte üreten, yani iyi ve kötü koşulda üretense, olağan dışı durumlarda ancak piyasa değerini belirleyecektir. Burada arz ve talepten de söz etmeliyiz. Ortalama koşullarda üretilen metaların arzıyla talep karşılanıyorsa, bireysel fiyatı, piyasa değerinin altında kalan (4 saat) metalar, fazladan artı değer ya da artı kâr, bireysel değeri piyasa değerinin üzerinde (8 saat) kalanlar ise, içerdikleri artı değerin bir kısmını gerçekleştiremeyecektir. Metalara olan talep, azalıyorsa, kötü koşullarda üretilene ihtiyaç kalmayacaktır. Doğal olarak ta, piyasa değeri, kötü koşulda üretilenin değerine yaklaşacaktır. Talep artmışsa tersi durum söz konusu olur. Burada arz ve talebin, piyasa değerini belirlemediğini, ama piyasa fiyatını etkileyebileceğini özellikle vurgulayalım. Arz ve talep, piyasa-fiyatını belirler, piyasa-fiyatı ile piyasa-değeri de, daha ileri bir tahlilde arz ve talebi belirler.”K-3-171Şöyle ki, arz talep etkisiyle, piyasa fiyatı değişmesinin bir sonucu olarak, meta üretiminde bir değişme olmuşsa, piyasa değeri de değişebilir.

Marx, piyasa değeri kavramından üretim fiyatı kavramına geçiyor. “Burada, piyasa-değeri üzerine söylenmiş olanlar, piyasa-değerinin yerini alır almaz üretim-fiyatı için de geçerlidir.” K-3-161 Bu üretim fiyatı da, piyasa fiyatlarının dalgalanmış olduğu merkezdir. Rekabetin, piyasa değeri ve piyasa fiyatı oluşturması gibi, farklı üretim kollarında, farklı kâr oranlarını eşitleyerek, üretim fiyatını oluşturan da sermayenin rekabetidir. Marx’ın deyimiyle, “rekabetin ilkönce tek bir alanda başardığı şey, metaların çeşitli bireysel değerlerinden, tek bir piyasa-değeri ve piyasa-fiyatı oluşturmaktır. Farklı alanlardaki kâr oranlarını birbirlerine eşitleyerek üretim-fiyatını ilk meydana getiren, farklı alanlardaki sermayelerin rekabetidir. Bu ikinci süreç, kapitalist üretimin birinciye göre daha yüksek düzeyde gelişmesini gerektirir.”K-3-162 Demek ki, ikinci durumda ortalama fiyat, sermayenin, aynı üretim alanındaki rekabetiyle değil, farklı üretim alanlarındaki rekabetinin etkisiyle oluşur. Bu daha fazla gelişmiş bir kapitalizmi öngörür.

Marx arz talep dengesine değiniyor. Belli bir üretim koluna ait metalar piyasa değerinin ne üzerinde ne de altında satılıyorsa, arz ve talep birbirine eşittir. Marx için ilk saptama budur. Diğer bir saptama ise, metalar, kendi piyasa değerleri üzerinden satılıyorsa, arz ile talep dengededir. “Arz, talebe eşit olduğu zaman, bunların hareketleri durur ve işte bu nedenle, metalar piyasa-değerleri üzerinden satılırlar.”K-3-170 Arz ve talebin birbirlerini dengeleme durumunda, piyasa değerleri üzerinde hiçbir etkide bulunmaz. Kapitalist üretimin iç yasaları, arz ile talebin karşılıklı etkisi ile açıklanamaz. Çünkü, bu yasalar, saf halleriyle ancak, arz ve talep dengede olduğunda, yani birbirleri üzerine etki etmeyi bıraktıklarında görülebilir. Ne var ki, arz ve talep hiçbir zaman eşit olamaz, eğer olmuşsa oda raslansaldır. Bu durumda arz ve talep bağıntısı, piyasa fiyatlarının, piyasa değerlerinden sapmasını ve bu sapmaların, yani arz talep etkisinin yok edilmesini açıklayabilir. Talebin azalmasıyla, sermayenin oradan çekilmesi, talebin artışıyla sermayenin o alana girmesi örneği bu durumu açıklar.

Arz talep bağıntısı üretici ve tüketici bağıntısını içerir. Arz belli bir metanın satıcıları ya da üreticileri toplamına, talep ise, ister üretken ister bireysel tüketim olsun, alıcıların toplamına eşittir. “Birey burada ancak, toplumsal gücün bir parçası, kitlenin bir atomu sayılır ve işte bu biçim içerisindedir ki, rekabet, üretim ve tüketimin toplumsal niteliğini ortaya çıkartır.”K-3-173 Marx devamla, rekabet ve rekabetin, sürece katılanlar üzerindeki etkisine değiniyor. İşler yolundayken birliğin, bozulduğundaysa kendini kurtarmanın en güzel anlatısını sunuyor.

Arz ve talep, değerlerin piyasa değerine dönüşmesi anlamını taşır. Bunlar, sermaye ürünü olmaları ölçüsünde, salt alım satımın ötesinde, farklı ilişkilere dayanır. Özünde, burada olan, sadece meta değerlerinin fiyatlara çevrilmesi değildir. Yani, sadece biçim değişikliği değildir. “Söz konusu olan, piyasa-fiyatlarının, piyasa-değerlerinden ve daha sonra da üretim-fiyatlarından nicel olarak gösterdiği belirli sapmalardır.”K-3-174 Yani burada söz konusu olan şey, basit satma ve satın alma sorunu değildir. Arz ve talep daha ileri tahlilde, toplumun toplam gelirini, aralarında paylaşan sınıfların varlığını öngörür. Diğer yandan, bu üreticilerin kendi aralarında yarattıkları, arz talebin anlaşılması için de, kapitalist üretim sürecinin derinden kavranmasını gerektirir. 

Kapitalist üretimde sorun, dolaşıma, metalar biçiminde değer sunup, karşılığında para biçiminde değer elde etmek değildir. Sorun bundan daha da çok, hangi üretim dalında kullanılırsa kullanılsın, sermayenin, kendi büyüklüğüyle orantılı olarak pay elde etmesi sorunudur. “Bu nedenle, söz konusu olan, hiç değilse en azından, metaları, ortalama bir kâr sağlayacak fiyatlar, yani üretim-fiyatları üzerinden satmaktır. İşte bu biçimde sermaye, toplumsal bir güç olarak kendi bilincine varır ve her kapitalist, toplam toplumsal sermayedeki payı ile orantılı olarak bu güce katılır.”K-3-174 Şimdi süreci gözden geçirelim. Gördüğümüz gibi metalar, değerlerinden satıldıklarında, farklı kâr oranları elde edilmektedir. Bunun nedeni, farklı organik bileşime sahip olmalarıdır. Bu farklı kâr oranları durumunda, sermaye, daha düşük kâr oranı alanından çıkıp, daha yüksek kâr oranı alanına geçer. Bu alanlarda, sürekli giriş ve çıkışlar, yani kâr oranlarının bir yerde düşmesi başka yerde yükselmesine bağlı olarak, sermaye dağılımı, arz ve talep arasında öylesine bir oran yaratır ki, “çeşitli üretim alanlarındaki ortalama kâr aynı olur ve dolayısıyla da değerler, üretim-fiyatlarına çevrilir.” K-3-175 Sermayenin, böylesine bir denge durumuna gelişi, bir ülkedeki kapitalizmin gelişme durumuna bağlıdır. Yani bir ülkede kapitalizm, ne kadar fazla gelişmişse, sermaye o kadar kolay üretim kolları arasında rahatça hareket edebilir. Kapitalizm geliştikçe de üretim tarzının dayandığı bütün toplumsal süreci, kendi yasalarına tabi kılar.

Sapmaların sürekli olarak dengelenmeleri, sermayelerin bir üretim kolundan diğerine rahatça kaydırılabilmesine ve emek gücünün de bir üretim kolundan diğerine, bir üretim bölgesinden diğerine rahatça aktarılabilmesine bağlıdır. İlk koşul için, ticaret özgürlüğünün olması, kapitalist üretimin kendisinden doğmayan tekellerin kaldırılması, kredi sisteminin gelişmiş olması gerekir ve ayrıca çeşitli üretim alanlarının (kapitalist ilişkilenme dışında kalan) kapitalistlerin egemenliği altına alınması gerekir. Toprağın küçük çiftçiler tarafından toprağın işletilmesi gibi kapitalist esasa göre işlemeyen küçük üreticiler,, bu dengelenmenin en büyük engelidirler. İkinci koşul için ise, büyük bir nüfus yoğunluğunun olması ve emekçilerin, üretim kolları ve bölgelerine geçişlerinin önünde engel olan yasaların kaldırılması, üretim alanlarındaki emeğin basit emeğe indirgenmesi, işçiler arasında mesleki ön yargının yok edilmesi, yaptıkları ve yapacakları işe karşı duyarsızlaşmaları ve işçilerin, kapitalist üretim egemenliği altına alınması gerekir.

Yukarıdaki incelemeden şu sonuç çıkar ki, her özel üretim alanında bireysel kapitalist ve bütün olarak kapitalistler, toplam sermaye tarafından, toplam işçi sınıfının belli bir sömürü derecesi ile sömürülmelerine, yalnız genel bir sınıf sevgisi ile değil aynı zamanda, doğrudan ekonomik nedenlerle doğrudan doğruya katılırlar. Çünkü bütün diğer koşullar -bunlar arasında, toplam yatırılan sermaye değerin- veri kabul edildiğinde, ortalama kâr oranı, toplam emek miktarının, toplam sermaye tarafından sömürülmesinin yoğunluğuna bağlıdır.”K-3-176 Demek ki, kapitalistler bir sınıf olarak, işçi sınıfı sömürüsüne katılırlar. Zira ortalama kâr oranı yüksekliği bu sömürünün yoğunluğuna bağlıdır. Burada kapitalistlerle işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi görmek mümkündür. Ayrıca, ortalama kâr söz konusu olduğunda, yatırılan her sermayenin değeri, kâr oranını belirleyen bir etmen olmaktadır. 

Son olarak denilebilir ki, ortalama kâr, kapitalistlerin kendi aralarında ve onların işçiler arasındaki, komple bir ilişkiyi ifade eder. Kârın büyüklüğü bireysel kapitalist açısından sermayesinin büyüklüğüne bağlıdır ve bireysel kapitalist, ortalama kârdan sermayesinin kesri kadar pay alır. Bireysel kapitalistin bu ortalama kâra ulaşabilmesi için, ortalama kârı oluşturacak bir artı değerin var olması gerekir. Bunun için de tüm kapitalistler olanaklı olduğu ölçüde bu artı değeri ya da başka bir deyişle sömürüyü artırmaya çalışırlar. Zira kapitalistler, kârlarını, karşılığı ödenmeyen emekten sağlarlar ve her sermaye, her bireysel kapitalist, toplam sermaye tarafından çalıştırılan emeğin üretkenliğinin artırılmasına ilgi duyarlar. Kapitalistler, işçi sınıfı karşısında birbirlerine tutkundurlar. Çünkü onlar toplam artı değeri artırma, dolayısıyla da kârın artırılması söz konusu olduğunda birbirlerine dostturlar. İşçi sınıfı karşısında bir bütündürler. Ama iş bu kârdan pay alma durumuna gelince, birbirlerinin gözyaşlarına bakmazlar. Birbirlerini boğazlamaktan çekinmezler

Son kez, artı kâra vurgu yerinde olur. Artı kâr, bir üretim alanında, ortalamadan daha iyi üretim koşullarında üretim yapan kapitalistlerin, maliyetleri düşük olduğu için, ya da aynı emek zamanda daha fazla ürettikleri için, diğerlerinden daha fazla kâra ulaşabilmeleri durumudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder