Bazı üretim alanlarında kullanılan sermaye ortalama
bileşime sahiptir. Yani bunların bileşimi, toplam toplumsal sermayenin ortalamasıyla
neredeyse aynıdır. Bu durumda toplumsal ortalamayla aynı bileşime sahip üretim alanlarındaki
üretim fiyatı, metanın değerinin para ifadesiyle aynıdır ya da neredeyse
aynıdır. Rekabet, toplumsal sermayeyi çeşitli üretim alanlarına taksim ederek,
her alandaki üretim fiyatlarını, ortalama bileşimli alandaki üretim fiyatına
göre şekillendirir. Özcesi,
tüm toplumsal sermayenin ortalaması, toplumsal ortalamayı verir. Sermaye
bileşimi, toplumsal ortalama ile aynı olan üretim kollarında, üretim fiyatları
değerlerle aynı olur. Marx’ın deyimiyle, “ortalama ya da ortalamaya yakın
bileşimli sermayelerde üretim-fiyatı, demek ki, değerle aynı ya da neredeyse
aynı ve kâr da, bu sermayelerce üretilen artı-değerle aynıdır. Bileşimleri ne
olursa olsun, diğer bütün sermayeler, rekabetin baskısı altında bu ortalamaya
doğru gelme eğilimindedir.”K-3-157
Marx, karların
genel kâr oranı içerisinde eşitlenmesinin nasıl olduğu sorusunu soruyor ve
yanıtlıyor. Her şeyden önce, böyle bir eşitlenmenin olabilmesi için, üretim
fiyatları üzerinden değişimin olması gerekir. Metaların, değerleri üzerinden
değişilmesi durumu, kapitalizm öncesi biçimlere (ilkel topluluklar, kölelik,
serflik) özgü bir durumdur. Ya da
işçiler, kendi üretim araçlarına sahip olduğu durumlarda (toprak sahibi çiftçi,
zanaatçı) metaların, yaklaşık olarak değerleri üzerinden değişiminden söz
edilebilir. “Demek oluyor ki, metaların değerleri ya da yaklaşık olarak
değerleri üzerinden değişimleri, belli bir kapitalist gelişme düzeyini gerektiren,
üretim-fiyatları üzerinden değişimlerine göre çok daha düşük bir gelişme
düzeyini gerektirir.” K-3-159 Demek ki, kapitalizmin henüz tam olarak, gelişmemiş
olduğu hallerde, metaların değişim fiyatları, bunların değerlerine yaklaşık
olarak tekabül eder. Oysa metaların, sermaye ürünleri olarak değişilmeleri
durumunda, fiyatların değerler etrafında değil, üretim fiyatları etrafında dalgalanır.
Çeşitli üretim
alanına ait metaların, kendi değerinden satıldığı varsayımı, metaların
fiyatlarının, bu merkezde dalgalandığı ve değerlerinde düşme ve yükselmenin
birbirini eşitleme eğiliminde olduğu anlamına gelir. Ayrıca farklı üreticilerce
üretilen, aynı metanı bireysel değerinin dışında bir de piyasa değeri, yani toplumsal
değeri vardır. “Piyasa-değeri, bir yandan, tek bir alanda üretilen metaların
ortalama değeri, öte yandan, kendi üretim alanlarının ortalama koşulları
altında üretilen ve bu alanın ürünlerinin büyük bir kısmını oluşturan metaların
bireysel değerleri olarak görülmek durumundadırlar.”K-3-161 Bir meta, iyi koşullarda piyasa
değerinin altında, kötü koşullarda piyasa değerinin üzerinde üretilebilir. Demek
ki, piyasa değeri, bir yandan bir alanda üretilenlerin ortalama değeridir.
Diğer yandan da, ortalama koşullarda üretilen ve ürünlerin büyük kısmını
oluşturan metaların değeridir. En kötü ve en iyi, olağan dışı durumlarda piyasa
değerini belirler. Piyasa fiyatları işte bu piyasa değerleri etrafında
dalgalanır.
Biraz daha
açıklayıcı olalım: Bir metanın değerini belirleyen ona harcanan emek zamandır.
Piyasada satılan aynı tür metalar, aynı fiyattan satılır. Birine fazla birine
az emek harcanması alıcıyı ilgilendirmez. Dolayısıyla farklı emek zamanda
üretilen metaların bir piyasa değeri vardır. Bu piyasa değeri, bu metaların
üretilmesi için gerekli olan emek zamandır. Yani toplumun, o günkü koşullarda,
o metanın üretimi için gerekli olan emektir.
Şimdi biz, üç ayrı işletmede, aynı türden meta üretilmiş olduğunu düşünelim.
Bunlardan birincisinin üretimi 4 saatte, yani iyi koşullarda, ikincisinin 6
saatte, yani ortalama koşullarda, üçüncüsünün de 8 saatte, yani kötü koşullarda
üretildiğini varsayalım. Bu durumda, hangisi piyasa değerini belirleyecektir?
Kuşkusuz, ortalama koşullarda, yani 6 saatte üretilen ve ürünün büyük bölümünü
üretenin değeri piyasa değerini belirleyecektir. Dört ve 8 saatte üreten, yani
iyi ve kötü koşulda üretense, olağan dışı durumlarda ancak piyasa değerini belirleyecektir. Burada arz ve talepten de söz etmeliyiz. Ortalama koşullarda üretilen metaların
arzıyla talep karşılanıyorsa, bireysel fiyatı, piyasa değerinin altında kalan
(4 saat) metalar, fazladan artı değer ya da artı kâr, bireysel değeri piyasa değerinin
üzerinde (8 saat) kalanlar ise, içerdikleri artı değerin bir kısmını
gerçekleştiremeyecektir. Metalara olan talep, azalıyorsa, kötü
koşullarda üretilene ihtiyaç kalmayacaktır. Doğal olarak ta, piyasa değeri,
kötü koşulda üretilenin değerine yaklaşacaktır. Talep artmışsa tersi durum söz
konusu olur. Burada arz ve talebin, piyasa değerini belirlemediğini, ama piyasa
fiyatını etkileyebileceğini özellikle vurgulayalım. ”Arz ve talep, piyasa-fiyatını belirler,
piyasa-fiyatı ile piyasa-değeri de, daha ileri bir tahlilde arz ve talebi
belirler.”K-3-171Şöyle ki, arz talep etkisiyle, piyasa fiyatı
değişmesinin bir sonucu olarak, meta üretiminde bir değişme olmuşsa, piyasa
değeri de değişebilir.
Marx, piyasa değeri kavramından üretim fiyatı kavramına
geçiyor. “Burada,
piyasa-değeri üzerine söylenmiş olanlar, piyasa-değerinin yerini alır almaz
üretim-fiyatı için de geçerlidir.” K-3-161 Bu üretim fiyatı da, piyasa
fiyatlarının dalgalanmış olduğu merkezdir. Rekabetin, piyasa değeri ve
piyasa fiyatı oluşturması gibi, farklı üretim kollarında, farklı kâr oranlarını
eşitleyerek, üretim fiyatını oluşturan da sermayenin rekabetidir. Marx’ın
deyimiyle, “rekabetin
ilkönce tek bir alanda başardığı şey, metaların çeşitli bireysel değerlerinden,
tek bir piyasa-değeri ve piyasa-fiyatı oluşturmaktır. Farklı alanlardaki kâr oranlarını
birbirlerine eşitleyerek üretim-fiyatını ilk meydana getiren, farklı
alanlardaki sermayelerin rekabetidir. Bu ikinci süreç, kapitalist üretimin
birinciye göre daha yüksek düzeyde gelişmesini gerektirir.”K-3-162 Demek ki,
ikinci durumda ortalama fiyat, sermayenin, aynı üretim alanındaki rekabetiyle
değil, farklı üretim alanlarındaki rekabetinin etkisiyle oluşur. Bu daha fazla
gelişmiş bir kapitalizmi öngörür.
Marx arz talep
dengesine değiniyor. Belli bir üretim koluna ait metalar piyasa değerinin ne
üzerinde ne de altında satılıyorsa, arz ve talep birbirine eşittir. Marx için
ilk saptama budur. Diğer bir saptama ise, metalar, kendi piyasa değerleri
üzerinden satılıyorsa, arz ile talep dengededir. “Arz, talebe eşit olduğu zaman,
bunların hareketleri durur ve işte bu nedenle, metalar piyasa-değerleri
üzerinden satılırlar.”K-3-170 Arz ve talebin birbirlerini dengeleme durumunda,
piyasa değerleri üzerinde hiçbir etkide bulunmaz. Kapitalist üretimin iç
yasaları, arz ile talebin karşılıklı etkisi ile açıklanamaz. Çünkü, bu yasalar,
saf halleriyle ancak, arz ve talep dengede olduğunda, yani birbirleri üzerine
etki etmeyi bıraktıklarında görülebilir. Ne var ki, arz ve talep hiçbir zaman
eşit olamaz, eğer olmuşsa oda raslansaldır. Bu durumda arz ve talep bağıntısı,
piyasa fiyatlarının, piyasa değerlerinden sapmasını ve bu sapmaların, yani arz
talep etkisinin yok edilmesini açıklayabilir. Talebin azalmasıyla, sermayenin
oradan çekilmesi, talebin artışıyla sermayenin o alana girmesi örneği bu durumu
açıklar.
Arz talep
bağıntısı üretici ve tüketici bağıntısını içerir. Arz belli bir metanın
satıcıları ya da üreticileri toplamına, talep ise, ister üretken ister bireysel
tüketim olsun, alıcıların toplamına eşittir. “Birey burada ancak, toplumsal
gücün bir parçası, kitlenin bir atomu sayılır ve işte bu biçim içerisindedir ki,
rekabet, üretim ve tüketimin toplumsal niteliğini ortaya
çıkartır.”K-3-173 Marx devamla, rekabet ve rekabetin, sürece katılanlar
üzerindeki etkisine değiniyor. İşler yolundayken birliğin, bozulduğundaysa
kendini kurtarmanın en güzel anlatısını sunuyor.
Arz ve talep,
değerlerin piyasa değerine dönüşmesi anlamını taşır. Bunlar, sermaye ürünü
olmaları ölçüsünde, salt alım satımın ötesinde, farklı ilişkilere dayanır.
Özünde, burada olan, sadece meta değerlerinin fiyatlara çevrilmesi değildir. Yani,
sadece biçim değişikliği değildir. “Söz konusu olan, piyasa-fiyatlarının,
piyasa-değerlerinden ve daha sonra da üretim-fiyatlarından nicel olarak
gösterdiği belirli sapmalardır.”K-3-174 Yani burada söz konusu olan şey, basit
satma ve satın alma sorunu değildir. Arz ve talep daha ileri tahlilde, toplumun
toplam gelirini, aralarında paylaşan sınıfların varlığını öngörür. Diğer
yandan, bu üreticilerin kendi aralarında yarattıkları, arz talebin anlaşılması
için de, kapitalist üretim sürecinin derinden kavranmasını gerektirir.
Kapitalist
üretimde sorun, dolaşıma, metalar biçiminde değer sunup, karşılığında para
biçiminde değer elde etmek değildir. Sorun bundan daha da çok, hangi üretim
dalında kullanılırsa kullanılsın, sermayenin, kendi büyüklüğüyle orantılı
olarak pay elde etmesi sorunudur. “Bu nedenle, söz konusu olan, hiç değilse en
azından, metaları, ortalama bir kâr sağlayacak fiyatlar, yani üretim-fiyatları
üzerinden satmaktır. İşte bu biçimde sermaye, toplumsal bir güç olarak
kendi bilincine varır ve her kapitalist, toplam toplumsal sermayedeki payı ile
orantılı olarak bu güce katılır.”K-3-174 Şimdi süreci gözden geçirelim.
Gördüğümüz gibi metalar, değerlerinden satıldıklarında, farklı kâr oranları
elde edilmektedir. Bunun nedeni, farklı organik bileşime sahip olmalarıdır. Bu
farklı kâr oranları durumunda, sermaye, daha düşük kâr oranı alanından çıkıp, daha
yüksek kâr oranı alanına geçer. Bu alanlarda, sürekli giriş ve çıkışlar, yani
kâr oranlarının bir yerde düşmesi başka yerde yükselmesine bağlı olarak,
sermaye dağılımı, arz ve talep arasında öylesine bir oran yaratır ki, “çeşitli
üretim alanlarındaki ortalama kâr aynı olur ve dolayısıyla da değerler,
üretim-fiyatlarına çevrilir.” K-3-175 Sermayenin, böylesine bir denge durumuna
gelişi, bir ülkedeki kapitalizmin gelişme durumuna bağlıdır. Yani bir ülkede kapitalizm,
ne kadar fazla gelişmişse, sermaye o kadar kolay üretim kolları arasında
rahatça hareket edebilir. Kapitalizm geliştikçe de üretim tarzının dayandığı
bütün toplumsal süreci, kendi yasalarına tabi kılar.
Sapmaların
sürekli olarak dengelenmeleri, sermayelerin bir üretim kolundan diğerine
rahatça kaydırılabilmesine ve emek gücünün de bir üretim kolundan diğerine, bir
üretim bölgesinden diğerine rahatça aktarılabilmesine bağlıdır. İlk koşul için,
ticaret özgürlüğünün olması, kapitalist üretimin kendisinden doğmayan tekellerin
kaldırılması, kredi sisteminin gelişmiş olması gerekir ve ayrıca çeşitli üretim
alanlarının (kapitalist ilişkilenme dışında kalan) kapitalistlerin egemenliği
altına alınması gerekir. Toprağın küçük çiftçiler tarafından toprağın işletilmesi gibi kapitalist esasa göre işlemeyen küçük üreticiler,, bu dengelenmenin en büyük engelidirler. İkinci koşul için ise, büyük bir nüfus yoğunluğunun
olması ve emekçilerin, üretim kolları ve bölgelerine geçişlerinin önünde engel olan yasaların
kaldırılması, üretim alanlarındaki emeğin basit emeğe indirgenmesi, işçiler
arasında mesleki ön yargının yok edilmesi, yaptıkları ve yapacakları işe karşı duyarsızlaşmaları ve işçilerin, kapitalist üretim egemenliği altına
alınması gerekir.
“Yukarıdaki
incelemeden şu sonuç çıkar ki, her özel üretim alanında bireysel kapitalist ve
bütün olarak kapitalistler, toplam sermaye tarafından, toplam işçi sınıfının
belli bir sömürü derecesi ile sömürülmelerine, yalnız genel bir sınıf sevgisi
ile değil aynı zamanda, doğrudan ekonomik nedenlerle doğrudan doğruya
katılırlar. Çünkü bütün diğer koşullar -bunlar arasında, toplam yatırılan
sermaye değerin- veri kabul edildiğinde, ortalama kâr oranı, toplam emek
miktarının, toplam sermaye tarafından sömürülmesinin yoğunluğuna
bağlıdır.”K-3-176 Demek ki, kapitalistler bir sınıf olarak, işçi sınıfı
sömürüsüne katılırlar. Zira ortalama kâr oranı yüksekliği bu sömürünün
yoğunluğuna bağlıdır. Burada kapitalistlerle işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz
çelişkiyi görmek mümkündür. Ayrıca, ortalama kâr söz konusu olduğunda,
yatırılan her sermayenin değeri, kâr oranını belirleyen bir etmen olmaktadır.
Son olarak
denilebilir ki, ortalama kâr, kapitalistlerin kendi aralarında ve onların
işçiler arasındaki, komple bir ilişkiyi ifade eder. Kârın büyüklüğü bireysel
kapitalist açısından sermayesinin büyüklüğüne bağlıdır ve bireysel kapitalist,
ortalama kârdan sermayesinin kesri kadar pay alır. Bireysel kapitalistin bu
ortalama kâra ulaşabilmesi için, ortalama kârı oluşturacak bir artı değerin var
olması gerekir. Bunun için de tüm kapitalistler olanaklı olduğu ölçüde bu artı
değeri ya da başka bir deyişle sömürüyü artırmaya çalışırlar. Zira
kapitalistler, kârlarını, karşılığı ödenmeyen emekten sağlarlar ve her sermaye,
her bireysel kapitalist, toplam sermaye tarafından çalıştırılan emeğin
üretkenliğinin artırılmasına ilgi duyarlar. Kapitalistler, işçi sınıfı
karşısında birbirlerine tutkundurlar. Çünkü onlar toplam artı değeri artırma,
dolayısıyla da kârın artırılması söz konusu olduğunda birbirlerine dostturlar.
İşçi sınıfı karşısında bir bütündürler. Ama iş bu kârdan pay alma durumuna
gelince, birbirlerinin gözyaşlarına bakmazlar. Birbirlerini boğazlamaktan
çekinmezler
Son kez, artı
kâra vurgu yerinde olur. Artı kâr, bir üretim alanında, ortalamadan daha iyi
üretim koşullarında üretim yapan kapitalistlerin, maliyetleri düşük olduğu
için, ya da aynı emek zamanda daha fazla ürettikleri için, diğerlerinden daha
fazla kâra ulaşabilmeleri durumudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder