Sermayenin genel formülünün, P-M-P' olduğunu biliyoruz. Formülün
anlamı, daha fazla değer çekme amacıyla, dolaşıma bir miktar değer sokulmuş
olmasıdır. Bu süreci gerçekleştiren, sermaye sürecidir ve daha fazlayı üreten
süreç, kapitalist üretimdir. Kapitalist, her hangi bir metayı, ne meta üretmiş
olmak için, ne de kullanım değeri yaratmış olmak için üretir. Onun tek bir
amacı vardır. O da değer üretmektir. Yalnızca değer üretmek değil,
yatırdığından daha fazla değer üretmektir.
Kuşkusuz
kapitalist, daha fazla değere ulaşabilmek için, elindeki değişen sermayesini
canlı emek karşılığında değişmesi gerekir. Tabi ki bu değişim, onun, emeği hemen
sömürmesini sağlamaz. Kapitalist, canlı emeği sömürebilmek için, onu üretim
sürecine sokması gerekir. Bunun için de kapitalistin, üretim koşullarına
yatırım yapması gerekir. Çünkü kapitalist, canlı emeğin işlev yapması için
gerekli olan, emek araçlarına, işleyeceği konuya, makinelere, ham maddelere
yatırım yapmaksızın sömüremez.
Bir metanın
değeri, üretiminde harcanan emek zamanına eşittir. Bu emek miktarı, karşılığı ödenen ve karşılığı
ödenmeyen olarak ayrılır. Ama kapitalist
için metanın maliyeti, karşılığı ödenen kısımdan ibarettir. Artı kısım için de,
emek harcanmasına karşın, bu kapitaliste hiçbir şeye mal olmaz. Zaten
kapitalistin kârı da, karşılığında bir şey ödemediği ve buna karşın,
satabileceği bir şeyin olmasından kaynaklanır. Bu durumda artı değer, ya da kâr, maliyet fiyatı üzerindeki değer fazlalığından ileri gelir. Öyleyse, "artı
değer, kökeni ne olursa olsun, demek ki, yatırılan toplam sermaye üzerindeki
bir fazlalıktır.”K-3-44 Bu fazlalığın
toplam sermayeye oranı a : S’dir. Yani artı değerin toplam sermayeye oranıdır.
Bu durumda kâr oranı, a : S = a : ( s+ d) sembolü ile ifade edilir. Bu ifade a
: d’ den, yani artı değer oranından (sömürü oranı) farklıdır. “Değişen sermaye
ile ölçülen artı değer oranına, artı değer oranı denir. Toplam sermaye ile
ölçülen artı değer oranına kâr oranı denir.”K-3-45
Demek ki kâr oranı, artı değerin toplam sermayeye oranıymış. Bu kapitalist için anlamlı ve
anlaşılırdır. Zira bireysel kapitalist, pazarda metaları sattıktan sonra eline
geçen fazlalığın, üretim sürecine yatırdığı toplam sermaye ile olan
bağıntısıyla ilgilenir. Bu fazlalığın, sermayenin çeşitli kısımlarıyla olan
bağıntısı ve iç ilişkisi onun ilgi alanına girmez. Hatta bu bağıntıyı görmemek,
mümkünse üzerine şal çekmek işine gelir. Çünkü bu bağıntı ve iç ilişkilerin
görülmesi demek, sömürünün görülmesi demektir.
Marx devamla, artı değerin, dolaşım sürecinde doğduğu görüngüsüne değiniyor. Bir metanın, maliyet fiyatı üzerinde fazlalığı, üretim sürecinde şekillenmiş olduğu halde, dolaşım sürecinde gerçekleşir.
Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise piyasa koşullarına bağlıdır. Dolayısıyla fazlalığın, dolaşım sürecinde doğduğu izlenimi verir. Metanın değeri altında ya da üzerinde satılması bu izlenimi besler. Öyle ki, artı değer el konulmuş olan bir emek zamanı ürünü değil, satış fiyatlarının, maliyet fiyatını aşan fazlalığı olarak görünür. “Böylece maliyet fiyatı kolayca, bunların gerçek değerleri olarak temsil edilirken, kâr, metaların satış fiyatının kendi içkin değerlerini aşan bir fazla kısım olarak görünür.” K-3-46 Modern iktisatçılar bile, dolaşım sürecinin bu görüngüleri artı değer kaynağı kanıtı olarak görmüşlerdir.
Marx, artı
değerin, kâr oranı yoluyla kar biçimine dönüşmesini, özne ve nesnenin yer
değiştirmesinin, daha da gelişmesi olarak değerlendiriyor. “Bir
yandan, canlı emeğe egemen olan değer ya da geçmiş emek, kapitalistte
kişileşmiştir. Öte yandan, emekçi, salt bir maddi emek-gücü, bir meta olarak
görülmektedir.”K-3-46 Bu ters yüz olmuş bir ilişkidir ve aynı zamanda ters yüz
olmuş bir bilinçlenme yaratır. Sermaye ilişkisi dışında, özne görünümünde olan
bir işçi, sermaye ile ilişkilendiğinde, emeğin üretken kuvveti, sermayenin
üretken kuvveti olarak görünür. O da kapitalistte kişileşir. Böylece özne ve
nesne yer değiştirerek her şey tersyüz görünür.
Marx, Ricardocu okulun, kâr oranı yasaları ile artı
değer oranı yasalarını özdeşleme ve tersini yapmanın yanlışlığına değiniyor.
Kapitalist, doğal olarak bunları birbirine karıştırır. Zira onun için önemli
olan, sermayesinin ayrışması değil, maliyeti ve onun üzerinde eline geçendir.
Oysa görüngüden öze bir gidiş gerekir. Bu ise bilimsel irdelemeyi gerektirir.
Marx bunu yapar. Gerçekte yani görüngüler
aleminde olan maliyet fiyatı üzerindeki fazlalıktır. Bunun nereden geldiği bir
sır olarak kalır. “Aslında kâr, artı-değerin kendisinin gözler önüne serdiği
bir biçimdir ve artı-değerin ortaya çıkartılması için, önce tahlil yoluyla bu
giysilerden soyulması gerekiyor. Artı-değerde, sermaye ile emek arasındaki
ilişki çırılçıplak ortadadır…”K-3-49 Kâr oranında ise bir gizem hakimdir. Demek ki, emek sömürüsünün ortaya
koyulması için artı değerin görülmesi için sürecin tahlili gerekir. Bu yolla
görünen gerçekten, asıl gerçeğe gidilir ve asıl gerçeklik açıkça görünür
kılınır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder